30 Mart 2009 Pazartesi

Ortadoğu'yu fethetmeye heveslenirken, bozkırlara çekilmek



Tarihin tekerrürden ibaret olduğundan ve bu seçimlerin de tarihe bakarak okunabileceğinden aybaşında bahsetmiştik.


Tahmin ettiğim gibi, seçmen ekonomik krize ve yolsuzluklara tepkisini gösterdi.

AKP'nın yıpranma süreci için düğmeye basılmış oldu.


Demokrasinin gelişmesi adına mesaj verme geleneği de değişmedi :

4 seçimdir AKP'ye karşı yapılan antidemokratik uygulamalara tepki gösteren seçmen, Ergenekon soruşturması bahanesiyle AKP karşıtı muhalefetin ezilmeye çalışılmasının farkında olduğunu ve bundan hoşlanmadığını gösterdi bu seçimde..


İstanbul veya Ankara düşseydi bu sonuçlar çok daha çarpıcı olacak, Sokullu Mehmet Paşa'nın Kıbrıs'ın fethi sonrası söylediği meşhur sözde olduğu gibi "AKP'nın kolu kesildi" diyebilecektik.

Şu anki sonuç için de "Sakalı kesildi, daha gür çıkıcak" demek mümkün değil.


Partileri tek tek değerlendirecek olursak..


AKP


İktidar sarhoşluğunun ve kibirin faturasını ödedi. Türkiye'nın tartışmasız lideri olarak Ortadoğu'yu fethetmeye heveslenirken, asıl oy kökeni olan bozkırlara çekilmek durumunda kaldı. Tüm kıyı şeridini ve Güneydoğu'yu kaybetti.


İstanbul ve Ankara galibiyetleri de, o bozkırların büyük şehirler çevresinde kümelenmiş varoşlarındaki temsilinden kaynaklanıyor.
İstanbul'un merkezinden silindiler. Merkezde kazanabildikleri yerler ,mensup oldukları siyasi anlayışın oy depoları : Üsküdar, Fatih, Zeytinburnu.
Tayyip Erdoğan efsanesinin doğduğu yer olan Beyoğlu'nda bile kılpayı kazandılar.

Düşüşün süreceğini tahmin ediyorum.


CHP


Ulaşabildiği maksimum oyu aldı. 2007 seçimlerinde %2,5 potansiyeli olan Dsp ile birlikte %21 oy almışlardı, şimdi ise tek başlarına %23'deler.


Tepki oylarının tümünü topladı, Anadolu'da AKP'den alışık olduğumuz %70 gibi oy oranlarına, Beyaz Türklerin yaşadığı bölgelerde ulaştı. Kıyıları geri aldı, AKP'yi Anadolu'nun iç kesimine doğru bir nebze olsun sıkıştırdı.


MHP


Bu ülkede ekonomik sıkıntılara ilk tepki, ülkenin omurgası ve merkez sağın kalesi Ege'den gelir. Ege'de sağladıkları oy artışı çarpıcı. Karizmatik ve merkezi kucaklayacak bir liderlik anlayışı ile ciddi iktidar alternatifi olurlar.


DTP


Güneydoğu seçmeni, Müslüman kimliğine saldırı var diye sahip çıktıkları AKP onların Kürt kimliklerine saldırınca, sert bir tepki gösterdi. Genel seçimler olsaydı dün, 26 bağımsız milletvekili çıkaracaktı DTP. Devletin Güneydoğu'da AKP tarafından temsil edilme projesi de suya düştü.


SP


Yeni liderleri benimsendi. Büyük şehirlerde AKP'nın oy aldığı varoşların potansiyeline ortaklar. SP seçmeni, büyükşehir belediye başkanlığında oylar bölünmesin düşüncesiyle AKP adaylarını emaneten destekledi, ilçelerde ve İl Genel Meclisi'nde varlar. İbreleri yukarıyı gösteriyor.


Sonuç


Büyük şehirlerdeki geleneksel ANAP seçmeni CHP'ye, Ege ve İç Anadolu'daki DYP seçmeni MHP'ye sığındı. Bir kısmı da halen AKP'de emanet tutuyorlar oylarını.


Bu kitlelere hitap edecek, ayrıca CHP ve MHP'den farklı olarak Doğu ve Güneydoğu'da var olabilecek bir sağ parti ihtiyacı, bu seçimlerin sonucuyla birlikte çok net ortaya çıktı.


Trajikomik olan, bunun farkında olan tek kişinin Mesut Yılmaz olması, onun da Rize dışında etkinliği yok..

Share/Save/Bookmark

28 Mart 2009 Cumartesi

Aman-sız bir maç diliyorum



Aman hocam..


Bu nasıl bir ilk 11?

Türkiye Cumhuriyeti uyruklu bütün oyuncuları oynatma hakkın varken devşirme stoper yaratıp, sol kanatı da zayıflatmak da neyin nesi?


Bu kadar ofansif, dirençsiz bir orta saha ile İspanya karşısına çıkılır mı?


Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur, maçtan evel çekincelerimi yazmak istedim..

Share/Save/Bookmark

26 Mart 2009 Perşembe

Bumerang cehennemi



Ortadoğu'da uçak veya helikopter kazasında "derin" biri öldüğü zaman, o "kaza" büyük ihtimalle suikasttır.


Muhsin Yazıcıoğlu'nun da ne kadar "derin" olduğunu bilen bilir.


Gerçeği en iyi ihtimal 15 sene sonra öğreniriz, Allah rahmet eylesin..


Şimdilik şu kadar söyleyeyim, kısa zaman içerisinde bölge de karışacak ülke de..
Mesela, İsrail- Filistin barışı, İran'ın iyice güçlenmesine bağlı desem, nasıl ince dengelerin üzerindeki bir bölgede yaşadığımız konusunda fikir verir mi?

Share/Save/Bookmark

24 Mart 2009 Salı

Kibir en sevdiğim günahtır

ntvmsnbc ve Ajanslar
Güncelleme: 16:53 TSİ 23 Mart. 2009 Pazartesi

Erdoğan: İşi bilmeyen fabrikasını kapatıyor
"Kriz teğet geçecek" sözünü yineleyen Başbakan Erdoğan yeni bir tespitte daha bulundu: Şu kadar tekstil fabrikası kapanmış. Anlattıkları gibi bir şey yok ortada. İşini bilmeyen başarısız varsa, kapanmış da olabilir.

BOLU - Başbakan Tayyip Erdoğan, krizle ilgili tespitlerine bir yenisini daha ekledi.
Başbakan Tayyip Erdoğan, küresel kriz nedeniyle Türkiye'de iş yerlerinin kapatıldığı ile ilgili sözlerin abartılı olduğunu, "iş bilmeyen, başarısızların" işyerlerini kapatmış olabileceğini söyledi.
Erdoğan, partisinin Bolu'da düzenlediği mitingde yaptığı konuşmada, muhalefetin Türkiye'de kapanan iş yerleriyle ilgili sözlerine atıfta bulunarak, "Kalkıp efendim 'şu kadar tekstil fabrikası kapanmış, şu olmuş bu olmuş' diyorlar. Abarttıkları gibi bir şey yok ortada. Yani işini bilmeyen başarısız varsa olabilir; kapatmış da olabilir" dedi.

Share/Save/Bookmark

23 Mart 2009 Pazartesi

Haftanın Sözü



If you pick up a starving dog and make him prosperous, he will not bite you. This is the principal difference between a dog and a man.

Mark Twain

Share/Save/Bookmark

22 Mart 2009 Pazar

Lincoln Belözoğlu


Galatasaray, bir hafta içerisinde sezonun en büyük motivasyonu olan Kadıköy'de UEFA hayalini ve oyun kurucusunu kaybetti.

Bu sezonu 8 gol 22 asistle sürdüren (geldiğinden beri kaç maç oynamış kardeşim, ruhsuz Brezilyalı) bu sezonki tüm Avrupa ve derbi galibiyetlerine doğrudan etki eden Cassio Lincoln, taraftara da hedef gösterildi.




Şunu ekleyeceğim sadece, medya destekli linç kampanyasının bana düşündürdüğü bir senaryo var.

Emre Belözoğlu, Fenerbahçe'den yılda 3,5 Milyon Euro kazanıyor.

Lincoln'den 1 Milyon Euro daha fazla..


Şayet, bir şekilde Galatasaray'a aynı ücretle transfer olsaydı,neler yaşardık?
Kariyerinde alışılmış olduğu üzere maçların yarısında oynamayıp, kalan yarısında da skora katkı göstermekten ziyade kavga çıkartmakla meşgul olsa idi, şu an takımda durumu ne olurdu?

Tıpkı Lincoln gibi takım içerisinde tepki görüp dışlanacak mıydı? Yoksa takımın abisi olarak çeşitli konularda görüş mü beyan edecekti?


Benim cevabım net, siz ne dersiniz?



Share/Save/Bookmark

18 Mart 2009 Çarşamba

Başkan Erdoğan



Türkiye'de oy verme kriteri her zaman lider odaklı olmuştur, tamam.


Recep Tayyip Erdoğan popülarite açısından siyaseten rakipsiz, evet.


Davos çıkışı sonrası oluşan sempatiyi oya çevirmekte ustalık gösteriyor, ona da peki..


Yine de tüm bunlar, yerel seçimler öncesi yaşanan, Tayyip Erdoğan odaklı "Tek Adam" şovunu açıklamaya yetmiyor.


Melih Gökçek hariç, ağzını açıp konuşabilen belediye başkan adayı kalmadı AKP'de.

Kadir Topbaş en son muavin koltuğunda görüntülendi, daha sonra kendisinden haber alınamadı.

CHP adayı Kemal Kılıçdaroğlu, polemikleri direkt Tayyip Erdoğan'la yapmak durumunda..

Mitinglerde bakanlar, ellerinde mikrofon, "Dik duruşlu lider" diye çığırtkanlık yapıyor Başbakan için..


Tüm bunlar, sıradan bir yerel seçim propagandasından fazla. Başkanlık sistemi planının yürürlüğe konulduğunu gösteriyor.

Kimine göre üç, kimine göre beş sene sonra Abdullah Gül'ün görev süresi bitiyor ve cumhurbaşkanını halk seçecek..

Seçilmiş bir cumhurbaşkanının bu günkü yetkileriyle kısıtlanabilmesi, eşyanın tabiatına aykırı..


Tahminim odur ki Tayyip Erdoğan'ın gönlünde yatan aslan, Türkiye'nin seçilmiş padişahı olmak.


Kokusu da yakında çıkar..


Belki yarın, belki yarından yakın..


Share/Save/Bookmark

16 Mart 2009 Pazartesi

Göze batmayacaksın


Askere gidenlere verilen öğüttür: "Ne fazla öne çık, ne de çok geride kal, göze batma"

Militer bir toplum olduğumuz için hayatın her sahfasında bu anlayışla yaşarız, göze batanları da alaşağı etmek için elimizden geleni yaparız.


"İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış" bir kitleyiz. Her türlü yaratıcılığı köreltme üzere kurulu eğitim sistemi ve hayat anlayışımızın son kurbanı da Cassio Lincoln oldu. Başına buyruk davranan, yetenekli, iyi para kazanan herkese uygulanan linç anlayışı, Brezilyalı'ya da fazlasıyla reva görülüyor iki senedir.


Bülent Korkmaz göreve geldiğinde, büyük kaptanın medya tarafından körüklenen
"Galatasaray uğruna ter akıtan, çilekeş ( sanki asgari ücretle yaşıyorlar) yerlilere karşı şımarık yabancılar" kavgasının tarafı olmasından endişe etmiştim. Bu çekişmenin baş provakatörü, bölücübaşı Hakan Ünsal'ı hocamız Florya'da yanına oturttuğunda endişem daha da artmıştı. Çok geçmeden de Lincoln ile yaşanan kriz gündeme geldi.



Bülent Korkmaz, göreve geldiğinden beri Galatasaray'da maç seçme, yeteri kadar mücadele etmeme gibi hastalıklar düzeldi.
Futbol şansı da yanında.
Bugünkü maçta Trabzon'un golü geliyorum derken, taraftarın 61. dakika fıkrasının takımlarını soğutması üzerine geri düşecek olan Galatasaray'ın öne geçmesi buna bir örnektir.
Bu tür bir öne geçiş Hamburg'da da olmuştu.



Bülent Korkmaz'a tavsiyem şu :
Futbol anlayışı olarak örnek aldığı Lucescu'nun Türkiye macerasını gözden geçirmesi gerekiyor.
İşler iyi giderken bir çuval inciri berbat etmemek adına..
Geldiği ilk sezon Lucescu Jardel'in sene sonunda çil yavrusu gibi dağılacak olan yerli oyuncular tarafından dışlanmasına önlem almadı. Sonuç olarak, Galatasaray tarihinin en iyi kadrosunu şampiyon yapamadı. Üst üste alınacak beşinci şampiyonluk, aynen bugunkü gibi medya provakasyonuna ve aşağılık kompleksine kurban gitti.

Ondan sonra Lucescu, ligdeki ve Avrupa'daki tüm başarılarını ise Lincoln'den çok daha fazla ehlikeyif olan Sergen'i verimli bir şekilde oynatmayı başararak elde etti.



Lincoln olmadan Kadıköy'e varamaz Galatasaray..
Bu güne kadar gördüğümüz Lincoln tablosu bize gösteriyor ki Korkmaz'ın Trabzon maçındaki tutumundan sonra bu oyuncudan verim almak çok zor artık.
Zümrütü anka kuşunun Hamburg maçında Lincoln için planladığı bir sihir yoksa şayet..

Share/Save/Bookmark

13 Mart 2009 Cuma

Kurt, puslu havayı sever



Harry Kewell'in 40 dakika sağ stoper oynadığı maçın teknik yorumu yapılmaz. Galatasaray bir halı saha takımı görüntüsündeydi; yürüyecek hali olmayan Nonda'sı, şişman Hasan Şaş'ı, kahraman Harry Kewell'ı ile.. Hani halı sahalarda, iyi topçu gelir, "beyler yorgunum bugün defans oynayacağım" der, arada ileri çıkar şut çeker, aborjinlere karşı stoper oynama tecrübesi olan Kewell, bana o durumu hatırlattı. İşte bu görüntedeki bir takım, Hamburg deplasmanında istediği sonucu aldı, 10 kişi kalmışken üstelik..


Bu şartlar altında böyle bir sonucun nasıl mümkün olduğunu Galatasaraylı olmayan, Galatasaray'ı bilmeyen anlayamaz.

Bilmez ki Galatasaray, krizlerden, zorluklardan güç alır, bu takımın her başarısının altında epik bir hikaye yatar.. Bilmez ki, Maddi sorun, saha içi-dışı olaylar, sakatlıklar gibi sorunlar olmadan küllerinden doğan Zümrüt- ü anka kuşu kanatlanmaz..


Çılgın Galatasaraylıların, Holywood filmi tadındaki koşusuna şahit olanlar, "Ben bu filmi daha önce görmüştüm" hissine kapılıyorlar. Benden söylemesi, bu filmin finali daha heyecanlı, daha dramatik olacak, aman kaçırmayın.




Share/Save/Bookmark

12 Mart 2009 Perşembe

Ertuğrul Özkök'den beyaz bayrak



Bugünkü yazısında Ertuğrul Özkök, pek de gizleme gereği duymadan, Doğan Grubu adına Başbakan'a barış öneriyor..

Özetle; "iyi polis - kötü polis" oyunuyla aramızdaki savaşı bitirebiliriz diyor.

Yerel seçimler öncesi son düzlüğe girmeden, her zamanki kıvraklığı ile bir hamle geldi Özkök'den. Tayyip Erdoğan'dan gelecek direkt veya dolaylı cevabı merakla bekliyoruz.

Aziz Nesin'in nefis hikayesinin meşhur cümlesini hatırladım birden :

"Du bakali ne olacak"

Share/Save/Bookmark

11 Mart 2009 Çarşamba

Sen öldürmeyi çok iyi bilirsin



Share/Save/Bookmark

9 Mart 2009 Pazartesi

Yaşamak ağaç gibi tek ve hür



Slumdog Millionaire filmi ile Hindistan, dünya gündemine oturmuş durumda.
Filmi anlatıp izlememiş olanların canını sıkmayacağım.. Anlatmak istediğim, filmin bana düşündürdüğü başka şeyler var:

Hindistan, Pakistan, Cezayir, Güney Afrika gibi, uzun yıllar Batılı devletlerin sömürgesi olduktan sonra bağımsızlığını kazanmış ülkelerdeki halkların davranış biçimleri her zaman ilgimi çekmiştir.

Madem güncel, Hindistanı ele alalım :

Hemen hemen hepsi İngilizce konuşan; fakir kalmış yığınlar, öte yandan, bilişim sektöründe ve matematikte dünyanın sayılı beyinlerini yetiştirmiş bir elit kesim. Kriket oynayıp, direksiyonu sağa yerleştirilmiş arabalarını kullanan, sömürgecisine karşı bir aşk- nefret ilişkisi geliştirmiş, şizofrenik özellikler gösteren, kafası karışık bir kitle.
Antik çağlarda ,piramitlerin "uzaylılar" tarafından yerleştirildiği iddia edilir; yapının teknolojisi ile o dönemki medeniyetin uyumsuzluk gösterdiği fikrinden yola çıkılarak.
Bu iddialar deli saçması mıdır bilemem.. Bildiğim tek şey, Batılı sömürgeciler tarafından empoze edilen medeniyet, böylesi bir kan uyuşmazlığı yaratmış Hindistan'ın bünyesinde. O halde hiçbir ironiye çok şaşırmamak lazım: Hintli diplomatın kaleme alıp, "Who wants to be a Millionaire?" yarışması ekseninde Hindistan varoşlarının sefilliğini anlattığı; İngiliz yönetmenin de senaryolaştırdığı film, "Oscar" töreninde ödülleri sildi süpürdü. Kutlu olsun..

Şahsiyetine önem verenler için, bağımsızlık en büyük haslettir. Hepinizin hayatında veya çevresinde muhakkak yaşanmıştır : Bir insan tökezleyip, desteğe muhtaç duruma düştüğü zaman, en yakın bildiklerinin bile ona yaklaşımı değişir. Milletler için de aynı kural geçerlidir, düşenin, bu sebeble de bağımsızlığından ödün verenin dostu olmaz, patronu olur.

Türkiye Cumhuriyeti, bu gerçeğin bilincine sahip bir lider, Mustafa Kemal tarafından kuruldu. Bu noktada hayatından bazı kesitleri ele alalım :

Babası ölmüş, annesi de maddi sebeblerle ikinci bir evlilik yapmış bir genç adam olan Mustafa Kemal, bu durumdan hoşlanmaz. Artık evinin hakimi olamayacaktır, evden taşınır.

İlerleyen yıllarda, bir asker olarak, kendisinden daha yeteneksiz olmasına karşın sarayla kurduğu akrabalık bağı sayesinde sürekli yükselen rakibi tarafından tehdit görülüp dışlandıkça; kendi dışında gelişen olaylar yüzünden haksızlığa uğramanın ne demek olduğunu öğrenir.

Kimi belgesel eşrafı, bu tecrübelerin onu yalnızlığa ittiğini iddia eder. Bana göre ise kayıtsız şartsız bağımsızlığı savunan bir liderin sağlam karakterinin yapı taşlarını oluşturmuştur bu kişisel tecrübeler.

Kayıtsız şartsız bağımsızlığı nasıl mı savunmuştur Mustafa Kemal?

Kurtuluş mücadelesinin başında, yola çıktığı arkadaşlarının çoğunluğu "Amerikan himayesini" tek çıkar yol olarak görmektedir. Mustafa Kemal Paşa'nın cevabı nettir:

"Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz"

Kurtuluş Savaşı'nda sadece bir savunma muharebesi (1. İnönü) kazanıldıktan sonra Londra Konferası toplanmıştır. Mustafa Kemal meşru bir hükümete sahip değildir henüz, isyancı pozisyonundadır, ordusunu da doyurmakta zorluk çekmektedir. Muhatapları ise Dünya Savaşı'nı kazanmış ülkelerdir. Dış İşleri Bakanı Bekir Sami bu konferans boyunca, ekonomik imtiyazlar vererek, İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ile ayrı ayrı antlaşmalar imzalar.Mustafa Kemal bu antlaşmaları kabul etmektense savaşa devam edecek, Bekir Sami'yi de görevden alacaktır. Savaştan sonra kurmayı düşündüğü devletin ekonomik bağımsızlığı da pazarlık konusu değildir. "Çocuğu veren Allah rızkını da verir" mantığı ile verilecek tavizlerle yarı-bağımsız bir ülke kurulacağına, savaşa devam edilir. Ne de olsa karakter de, dik duruş da, vizyon da zor zamanlarda ispat edildiği zaman değerlidir.

Türkler tarih boyunca 15 devlet batırmış olsalar da, İran ve Tayland milletleri ile beraber, Batı harici dünyada sömürge olmamış üç milletten biridir.

Bunu da en çok 16. devleti kuran o "Yalnız Adam" 'a borçlu.
Selam olsun..

Share/Save/Bookmark

8 Mart 2009 Pazar

Haftanın Sözü



I am always ready to learn although I do not always like being taught.

Winston Churchill

Share/Save/Bookmark

6 Mart 2009 Cuma

Vadideki gül



Kriz mağdurlarından Kurtlar Vadisi Pusu dizisi, 3 ay sonra sevenleriyle buluştu, çok da çarpıcı bir giriş yaptı.


Bölümün ilk sahnesinde, "Köşk" tarafından çağırılan Polat Alemdar, tavırları ve yukarda gördüğünüz üzere, tipiyle Abdullah Gül'e benzeyen karakterle görüşmeye gider. Bu görüşmede Cumhurbaşkanı, dizide Ergenekon'u temsil eden örgütlenmenin başı olarak gösterilen İskender Büyük ile Polat'ı barıştırmak ister. İskender Büyük'ün devlete yaptığı hizmetlerin altı çizilir "devletin başı" tarafından.


Gerçekçiliği ile, Ergenekon iddianamesine ilham kaynağı olduğu iddia edilen bir dizi Kurtlar Vadisi. O yüzden palavra deyip geçmeden, bu sahnenin amacını düşünelim.

Senaristlerin bu hamlesi iki şekilde yorumlanabilir:


1) Benim de öngörmüş olduğum gibi, Ergenekon soruşturmasında, devlet tarafından frene basıldığı mesajı veriliyor.


2) Abdullah Gül'ü de derin devletin güdümüne girmiş göstermeleri suretiyle, Zat-ı Şahane 1. Recep Tayyip Erdoğan öne çıkarılıyor senaristler tarafından.


Erdoğan demişken, madem Kurtlar Vadisi'nde bir devlet büyüğü resmedilecekti, bu Başbakan olmalıydı. Polat Alemdar ile yapacakları racon muhabbeti, televizyonculuk tarihine geçer, ratinge rating demezdi..

Share/Save/Bookmark

4 Mart 2009 Çarşamba

Gol olur



Nüvit Candaner; Yalan Rüzgarı dizisinin Victor'unu ve Ratatouille filmindeki skinner karaterini seslendirmesini yapmasının yanı sıra Türk futbolunda da mümtaz bir yere sahip.

Fenerbahçe stadında "Gooool" anonsunu hatırlayanınız var mı?


Peki , gol diye bağırırken geri çekildiği için sahayı görmediği, bu sebeble sayılmayan ofsayt golü fark etmeyip; maç endirekt serbest vuruşla başlamasına rağmen gol diye bağırmaya devam ettiği maçı hatırlar mısınız?


Share/Save/Bookmark

3 Mart 2009 Salı

Memleketten demokrasi manzaraları



Yerel seçimler öncesi, liderler arasındaki üslup sertleşti, “be, yahu”, “maganda” gibi hitaplar havada uçuşuyor. İmam böyle yapınca, cemaatin tepkisi(!) de gecikmedi.
Tepkilerden iki örnek verelim: Normalde başı açık olan bir hanım çarşaf giyip ortalığı karıştırıyor, bunun üzerine tartaklanıyor. Bir işadamı, belediye başkan adayı olan arkadaşına destek olmak için düzenlediği mitingde katılımcılara “çök!” “kalk!” komutları veriyor . “Hitler gibi olmuş muyum hanım” diye böbürlenmiştir diye tahmin ediyorum, akşam evine gittiğinde.

Elektriği olmayan bir ülke, bu yeni teknolojiye kavuştuğu zaman en fazla bir yıl içerisinde alışabilirken, “demokrasi” gibi kavramlara alışılması yüzyıllar gerektiriyor. Sosyal bilimlerin cilvesi de bu. O yüzden İngilizler’in 800 yıl önce temelini atıp, Fransızların 220 yıl önce şekillendirdiği demokrasi, cep telefonu kadar kolay benimsenemiyor toplumumuzda.

Kolay olmasa da Türk toplumunun ülkemizde demokrasinin gelişmesine yönelik bir eğilimi olduğunu yadsımamak gerek. Akademik bir çalışma yapmadığımıza ve yerimiz kısıtlı olduğuna göre, Türkiye’de demokrasi hareketlerini, Jön Türkleri, İttihat ve Terraki’yi, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı şimdilik es geçerek, 1946 sonrasına, yani şaibeli bir seçimle başlayan çok partili demokrasi hayatımıza bakalım.

Neler olmuş bu süreçte? İki tane doğrudan, iki tane dolaylı olmak üzere dört askeri darbe.. Sayısız darbe girişimi.. İdam edilen bir başbakan, iki bakan, hapise atılanlar, işkence mağdurları, sağ-sol çatışması ile iç savaşın eşiğinden dönülmesi.

Tüm bunlar yaşanırken, tekerrür eden gelişmeleri iyi analiz etmek lazım.

Öncelikle, demokrasi kesintiye uğrasa da, hatta bazı sivil ve askeri idareler zaman zaman diktatörlüğe meyletseler de bu meyil hiçbir zaman kalıcı olamamış, soğuk savaş ortamında İspanya, Yunanistan gibi muadil ülkelerde olduğu gibi açıkça diktatörya görülmemiş.

Halk, demokrasiye dışarıdan müdahelelere her zaman olumsuz tepki göstermiş, bunu da sandık yoluyla yapmış. Teveccühünü serbest piyasaya ekonomisini savunan, dini değerlere saygılı, kendi içinden yetişmiş karizmatik liderleri olan sağ partilerden yana kullanmış. Tek başına iktidar, hep bu çizgiye nasip olmuş.
Bu partiler, iktidarlarının birinci döneminde, dünyadaki konjonktürün de etkisiyle ekonomik büyümeyi sağlamışlar, bu arada da Türkiye’de devletin ekonomiye etkisi normal bir demokraside olması gerekenden çok daha fazla olduğu için, kendi zenginlerini yaratmışlar.

İkinci kez seçildiklerinde dünyadaki rüzgarın terse dönmesi ile, ekonomik sıkıntılar başgöstermiş, bu sıkıntılar sonrası, iktidar sırtında zenginleşmiş kesimin yolsuzlukları göze batar olmuş ve iktidarları sallanmaya başlamış. İktidarlarının sallanması ile de eleştiriye daha tahammülsüz hale gelmişler, medya ile, akademik çevreler ile, bürokrasi ile çatışmışlar.

Şu anda, hikayenin hangi safhasını yaşıyoruz sizce?

Kurucusu olduğu ülkeyi güvenmediği ellere teslim etmeye kıyamayan bürokrasi ile artık kendi kanatlarıyla uçmak isteyen Anadolu sermayesinin mücadelesi şeklinde geçen demokrasimiz, ne zaman ve nasıl tam anlamıyla oturacak peki?
Bu zor soruya demokrasinin neden yarım kaldığını düşünerek cevap vermek mümkün.

Bir ülkede;
Hukuk, kendi haline bırakılmayıp, üstüne üstlük ağır işlediği sürece, demokrasi yarım kalır..
Hak ve özgürlükler, sadece din ve vicdan özgürlüğü olarak anlaşıldığı sürece, demokrasi yarım kalır.
Atatürkçülüğü savunanlar, yüzyılın en büyük dehasını halkına eksik anlattığı, örneğin Mustafa Kemal’in 1908’den beri ordunun siyasete müdahelesine karşı olduğunu gizlediği sürece, demokrasi yarım kalır.
Ülkenin en büyük medya grubu, diğer medya gruplarına hukuk dışı baskılar yapılıp hatta el konulduğu zaman ellerini ovuşturup, kendi kuyruğuna basıldığı zaman yaygara kopardığı sürece, demokrasi yarım kalır.
İktidar, kendi konumunu güçlendirmek için sermaye transferi yaptığı sürece, demokrasi yarım kalır.
Sivil toplum kuruluşlarında devlet etkisi olduğu sürece, demokrasi yarım kalır.
Ülkede demokrat geçinenler, kendileriyle karşıt görüşte olan kişilere antidemokratik uygulamalar yapıldığı zaman tepki göstermek yerine alkış tuttuğu sürece, demokrasi yarım kalır.
Devletin her türlü politikasına karşı çıkmak, bölücülük ve provakatörlük demokratlık olarak yutturulmaya çalışıldığı sürece, demokrasi yarım kalır.
Siyasi Partiler ve Seçim Yasası, üç dört kişinin kendi belirledikleri isimleri halka seçtirmesinden ibaret olduğu sürece, demokrasi yarım kalır.

George Bernard Shaw, “Demokrasi, hakettiğimiz gibi yönetilmemizi garantileyen araçtır” demiş. Yarım kalmış bir demokrasi mi hakediyoruz acaba?

Share/Save/Bookmark