Ahmet Davutoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Davutoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Temmuz 2009 Salı

Makale



Şimdi reklamlar..


Yazarınızın, Türk Dış politikası ile ilgili bir makalesi Almanya'nın önde gelen düşünce kuruluşlarından "Das Progressive Zentrum" 'un web sitesinde yayınlandı.


Bu yazıyı hazırlarken manevi destek veren tüm sevenlerime Pulitzer ödülünü aldığım zaman teşekkür edeceğim için, şimdilik es geçiyorum..


Almanca bilenler için link burada


Yazının genişletilmiş Türkçe meali ise şöyle :


Altı yüz yıllık ömrünün iki yüz yılını dünyada hegamon olarak geçiren Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı olan bir ülke olarak, seksen beş yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti genç ve tecrübesiz olarak nitelendirilebilir.

Türkiye, ordunun başını çektiği bir bürokratik elit tarafından, 1. Dünya Savaşı’nın enkazı üzerine inşa edildi. Söz konusu bürokrasi, Osmanlı İmparatorluğu' nun Ortadoğu ile olan tüm bağına karşı reddi miras anlayışı içerisinde oldu. Bunda, Arapların 1. Dünya Savaşı'nda Türk ordusuna ihanet ettiği düşüncesi de etkendir.

Bugün ise Anadolu burjuvasının temsilcisi olan AKP, iktidardaki yedinci yılını sürdürmektedir. Cumhuriyetin kuruluş felsefesindeki Osmanlı mirasına karşı mesafeli duruş son yıllarda değişmiş, AKP hükümeti uluslararası ilişkilerde Osmanlı kökenini ön plana çıkartmaya başlamıştır.

Başbakan' ın dış politikada en güvendiği isim, Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu.
Başbakan, 7 yıldır danışmanlığını sürdüren Davutoğlu’nu, Mayıs ayında Dış İşleri Bakanlığı’na getirdi.
Davutoğlu’nun akademik kariyeri kadar dikkat çeken bir diğer husus, AKP kabinelerinde ilk kez olarak parlamenter olmayan birinin bakanlığa getirilmesidir.
Bu durum özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Prof Dr. Davutoğlu’na duyduğu güvenin boyutunu ortaya koyuyor.

Davutoğlu, "Stratejik Derinlik" adlı kitabında, Türkiye Cumhuriyeti'in unuttuğu Osmanlı mirasına sahip çıkıp, merkez devlet olarak kültürel mirası paylaşan çevre ülkelere etki etmesi gerektiğini savunur. Akademisyen bakan, bu düşüncesini bakanlığının stratejisini “komşularla sıfır sorun” olarak belirleyerek pekiştirdi.

Bir başka deyimle, bu dış politika anlayışında Türkiye’nin içinde bulunduğumuz dönemde uluslararası ilişkiler sisteminde eski ağabey imajıyla yaratacağı bir “soft power” olarak sahneye çıkması hedeflenmektedir.

Peki nasıl gidiyor Davutuoğlu yönetiminde komşularla ilişkiler?

Ermenistan’la ilişkileri düzeltmek adına atılan adımlar, Azerbaycan’ın sert tepkisiyle karşılaştı. Böylece hem Ermenistan’la düzelme umudu azaldı hem de Azerbaycan’ın güveni bu süreçte zedelenmiş oldu. Bu durum da Dış İşleri Bakanı’na eleştirilerin gelmesine sebep oldu.

Bakana yönelik eleştirilerin tek kaynağı sadece Kafkasya politikası da değil üstelik.

Türk basınında ve yabancı basında Türk dış politkasının ne yöne gittiğiyle ilgili sorular sıklaşmaya başladı.

İran’da yaşanan krizde, bölgede ve dünyada eylemlerin sonucu ve seçimlerin yenilenip yenilenmeyeceği beklenirken, Türk hükümetinin Ahmedinejad lehine aldığı pozisyon aceleci olarak nitelendiriliyor.
Bunun yanı sıra Lübnan'da Hizbullah'a, Filistin'de Hamas'a verilen destek, Sudan’ın hakkında uluslararası tutuklama emri olan devlet başkanı El Beşir'in çeşitli kereler Türkiye’de ağırlanması, ve en önemlisi Erdoğan’ın Davos çıkışı ve bunun sonucu olarak İsrail’le sorunlar yaşanması gibi politikaların Ortadoğu’daki İslami hassasiyeti Türkiye lehine çevirecek bir “soft power” stratejisi mi olduğu ; yoksa Davutoğlu’nun İslami hassasiyeti yüksek geçmişine uygun bir şekilde ideolojik mi davrandığı tartışılıyor.


Eleştirilerin haklı olup olmadığını zaman, bir de Davutoğlu yönetimindeki Türk Dış İşleri yönetiminin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecindeki samimiyeti ve çabası ortaya koyacak.


Eleştirilerin erken olduğunu savunanlar iki aylık bakana zaman verilmesi gerektiğini savunuyor ve Davutoğlu’nun “AB stratejik önceliğimiz” açıklamasının yabana atılmaması gerektiğine inanıyorlar.

Muhalifler ise hükümetin tavrının ideolojik olduğu görüşündeler.
Davutoğlu’nun hükümete olan etkisinin 2 aylık bakanlık göreviyle sınırlı olmayıp, kendisinin yedi yıldır Başbakan’ ın Dış Politika Başdanışmanı olduğunu hatırlatıyorlar..

Türk dış politikasında ideolojik bir değişim olduğunu düşünenler, Akp’nin söz konusu yedi yıllık Dış Politika uygulamalarını yeterli bir veri olarak değerlendiriyor.

Bakalım çiçeği burnunda Dış İşleri Bakanı, hükümetinin imajını komşuları ve dünya nezdinde güçlendirebilecek mi?

Bu sorunun yanıtını da AB politikalarıyla beraber, büyük ölçüde Obama hükümetinin tavrı belirleyecek.
Zira Davutoğlu, Ortadoğu ve Kafkaslardaki sorunlar hakkında Amerika ile “tam bir görüş birliği” içerisinde olduklarını açıkladı.

Şayet Obama hükümetinin temsilcileri, Türk Dış Politikası kapsamında Ahmedinejad’a, Hizbullah’a Hamas’a yakınlık gibi uygulamaları ideolojik bulup eleştirirlerse, zaten AB üyeliği konusunda da sıkıntılar yaşayan AKP hükümeti, meşruiyet sorunu ile karşı karşıya kalabilir.

İran ve Irak’ta yaşanacak hızlı değişimler ve Türk Dış politikalarının bu değişimlere vereceği tepkiler de söz konusu tartışmanın geleceğini belirleyecek.

İstikararlı olan tek şeyin değişim olduğu Ortadoğu gibi bir coğrafyada, dönüm noktalarını tespit etmeye çalışmak her zaman zorlu bir süreç olmuştur.

Share/Save/Bookmark

5 Mayıs 2009 Salı

İsrail'in tepkisinden bana ne?



Napolyon "Dünya tek hükümet olsa, merkezi İstanbul olmalıdır" derken, dünyadaki gelişmeleri anlamak isteyenlerin, Osmanlı coğrafyasında yaşananları iyi analiz etmeleri gerektiğinin bilincindeydi.


200 sene sonra, yine aynı noktadayız. Dünyadaki çatışmaların çoğu ya Osmanlı coğrafyasında ya da o coğrafyanın çevresinde yaşanıyor.


O yüzden dünya meseleleri ile ilgili öngörü yapmaya çalışanlar için Türkiye'de yaşıyor olmak iyi bir firsat.


Biraz beyin jimnastiğine ne dersiniz? Öncelikle son zamanlarda ülkemizde yaşananlardan bir demet :


1- Tayyip Erdoğan, Davos zirvesinde İsrail'i ağır bir dille suçladı. (bkz one minutes vakası)


2- Amerikan Başkanı Barack Obama ilk resmi yurt dışı ülke ziyaretini Türkiye'ye gerçekleştirdi.


3- Yerel seçimlerdeki oy kaybı üzerine kabine revizyonuna gidilirken, Dış İşleri Bakanlığı'na Prof. Ahmet Davutoğlu getirildi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, " Meclis dışından birini Cumhurbaşkanı yapmak Meclis'e hakarettir" diyen Erdoğan, meclis dışından birini bakan yapıp, sözünü yutmayı göze alacak kadar güveniyor Ahmet Davutoğlu'na.


Kendisi ile ilgili Davos yorumunda yazdığımı buraya taşımam gerekir bu noktada :


"Başbakan' ın dış politikada en güvendiği isim, Prof. Ahmet Davutoğlu. "Stratejik Derinlik" kitabında, Cumhuriyet'in unuttuğu Osmanlı mirasına sahip çıkıp, merkez devlet olarak kültürel mirası paylaşan çevre ülkelere etki etmesi gerektiğini savunur. 7 senedir de Türk Dış politikasında bu anlayış hakim oldu. 1 Mart tezkeresi , İsrail konusunda her geçen gün Filistin lehine tavır koyan çıkışlar, bu durumun göstergesi. "


4- Türkiye ile Suriye askeri bir tatbikat gerçekleştirdiler. İsrail bu duruma tepki gösterdi.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Suriye-Türkiye ilişkilerine değinirken bir soru üzerine "'İsrail'in tepkisinden bana ne'" gibi hiç beklenmedik sertlikte bir cevap verdi.

Bundan üç gün önce İsrail basınında "'Türk ordusunu da mı kaybediyoruz?'" sorusu tartışılmıştı.


Bu parametreler ışığında, "İslamcı hükümet muhafazakar akademisyenin önderliğinde İsrail'den uzaklaşıyor" demek yetersiz bir yorum olarak kalıyor. Zira, İsrail'e mesafeli yaklaşım konusunda ülke içerisinde gerekli konsensüs sağlanmış görünüyor, Genelkurmay Başkanı'nın tepkisinden anlaşılacağı üzere.

Tüm bunların üzerine bir de Obama'nın ziyareti ve orda yaşananlar düşünülünce
" Amerika'nın İsrail'i uslandırma projesinin startı Türkiye'de mi verildi?" sorusu kurcalıyor kafamızı..




Share/Save/Bookmark

30 Ocak 2009 Cuma

ultrAslan Tayyip Erdoğan



Salı günku Galatasaray- Sivas maçında İsrail'e ve İsrailli oyuncu Balili'ye, kapalı tribünde tayfa tabir ettiğimiz, (liderlerinin ultrAslan'i yönetmekte olduğu) kesim tepki gösterip üstüne üstlük ultraslan.com adresinde konuyla ilgili yapılan, özrü kabahatinden büyük açıklamada, uluslararası siyaset alanına taşılınca, konuyla ilgili bir yazı yazmak hazırlığındaydım ki dünkü Davos bombası patladı..


Önce bir genel çerçeveye bakalım. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı olan bir ülke, dedesi de Roma İmparatorluğu diyebiliriz. Dünyayı 200 sene yöneten bir süper güçten , 220 sene boyunca toprak kaybedip, iflas ederek dağılan bir devlete dönüşmenin kitlelerin bilinçaltında büyük bir etkisi var.

Türkiye Cumhuriyeti' ni kuran anlayış, bu travmayı yok sayarak, halı altına süpürerek çözmeyi tercih etti, hele Osmanlı İmparatorluğu' nun Ortadoğu ile olan tüm bağına karşı reddi miras anlayışı içerisinde oldu. Bunda, Arapların 1. Dünya Savaşı'ndaki ihaneti de etkendir : Türk askeri aç biilaç, perişan, Hz. Muhammed'in türbesini İngilizler'e karşı savunmaya çalışırken, Bedevi çeteleri öldürdükleri Mehmetçiklerin altın dişlerini sökmekle meşgul oluyorlardı.


Başbakan' ın dış politikada en güvendiği isim, Prof. Ahmet Davutoğlu. "Stratejik Derinlik" kitabında, Cumhuriyet'in unuttuğu Osmanlı mirasına sahip çıkıp, merkez devlet olarak kültürel mirası paylaşan çevre ülkelere etki etmesi gerektiğini savunur. 7 senedir de Türk Dış politikasında bu anlayış hakim oldu. 1 Mart tezkeresi , İsrail konusunda her geçen gün Filistin lehine tavır koyan çıkışlar, bu durumun göstergesi.

Bu siyaset doğrudur veya yanlıştır daha uzun bir tartışma konusu ama dün yaşanan olay sonrası bir durum tespiti yapalım:


1) Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, kendisine yeterli saygıyı göstermeyen devlet başkanına da toplantı yöneticisine de tepki göstermekte haklıdır. Öte yandan bu tepkisini soğukkanlılığını koruyarak, şık bir şekilde vermelidir. Madem "kabile reisi değilim, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyım" diyor, tribün lideri gibi davranmamalıdır. Sünepe monşerlikle, devlet adamlığı arasında eminim ki Başbakan'ın da kendini tanımlayıp ona göre davranacağı bir bölge vardır.

Eurovizyon kazanınca bile çıldıran Türk milleti, yukarıda bahsettiğim travma sebebiyle, yurt dışında yaşanılan her başarıya aşırı tepki verir, başbakanın hem de deplasmanda Israil Cumhurbaşkanı' na gider yapması da büyük destek görecektir. Başbakan kısa vadede bu işten karlı cıkar, ancak..


2) Dış politikada bu kadar keskin bir dönüşüm yaşamak hayra alamet değildir. Ekonomik ve askeri olarak Amerika ve İsrail' i gözden çıkaran bir Türkiye'nin istikrarsızlığa sürüklenmemesi, bu politikaları şekillendirenlerin de başının derde girmemesi mümkün gözükmemektedir.


3) Bizim milletin ırkçılık geleneği yoktur. İmparatorluk döneminde sömürge politikası olmadığı için, merkeze bir ırkçılık anlayışı yerleşmemiştir. Fakat, çok çabuk galeyana gelen, vandalizme ve yağmacılığa müsait, patlamaya hazır bir kitle vardır ülkemizde. 6-7 Eylül olaylarını ( Güz Sancısı filmini tavsiye ederim, gerçi Beren Saat çiftetelli oynasa da tavsiye ederim ama konumuz bu değil) ve Apo İtalya' ya sığınmışken olanları unutmayalım. Bu gözler, Fiat marka arabasını, Versace kravatını yakan, İtalya'dan ithal domatesler üzerinde tepinenleri gördü.


İsrail karşıtlığı yapacağım derken, bu kitleyi kışkırtmanın vebali cok ağır olur.


Share/Save/Bookmark