Dış Politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dış Politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ekim 2009 Cuma

One minute



Türk Dış Politikası'nda İsrail karşıtı hamlelerin artmasının, "Son Osmanlı Tayyip Erdoğan'ın ayranı kabardı" sığlığında değerlendirilmemesi gerektiğini, Obama yönetiminin taşeronluğunu yaptığımızı düşündüğümü, beş ay önce yazmıştım.

Beş aydan beri söz konusu politika radikalleşerek devam ediyor.
Suriye ile ilişkiler tatbikattan sonra neredeyse entegrasyon anlaşması imzalayacak duruma gelmişken, İsrail Konya'daki uluslararasi tatbikattan çıkarıldı.

Doğrudur, yanlıştır bunu tartışmayacağım, tutarlı olmak kaydıyla hükümetlerin istedikleri dış politikayı gütme hakları vardır, sonuçları da zaman gösterir.

Ancak öyle bir iş yapıldı ki, "one minute" demek durumundayım.

Devlet televizyonunda İsrail karşıtı propaganda dizisi yayınlamak ne demektir Allah aşkına?


İsrail, Yahudi lobisinin himayesi altında bir devlet iken, beyazperde, beyazcam gibi tüm görsel medya da bu lobi tarafından domine edilirken; televizyon dizisi yoluyla İsrail karşıtı propaganda yapmak, Mike Tyson'a yumruk atıp kavga başlatmak kadar haddini bilmez, şuursuz bir eylemdir.

Kıytırık TRT dizisi ile İsrail'e çatmaya kalkarsan, daha ne olduğunu anlamadan Holywood'dan Avrupa sinemasına, uluslararası ağırlığı olan Amerikan dizilerinden yazılı medyaya öyle bir hücüm başlar ki üzerine, "Midnight Express" filmine rahmet okuyup, Oliver Stone'a Antalya Film festivalinde mansiyon ödülü verecek noktaya gelirsin.

Sonra ne mi olur?

Ne olacak, kendi düşen ağlamaz..
Share/Save/Bookmark

21 Temmuz 2009 Salı

Makale



Şimdi reklamlar..


Yazarınızın, Türk Dış politikası ile ilgili bir makalesi Almanya'nın önde gelen düşünce kuruluşlarından "Das Progressive Zentrum" 'un web sitesinde yayınlandı.


Bu yazıyı hazırlarken manevi destek veren tüm sevenlerime Pulitzer ödülünü aldığım zaman teşekkür edeceğim için, şimdilik es geçiyorum..


Almanca bilenler için link burada


Yazının genişletilmiş Türkçe meali ise şöyle :


Altı yüz yıllık ömrünün iki yüz yılını dünyada hegamon olarak geçiren Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı olan bir ülke olarak, seksen beş yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti genç ve tecrübesiz olarak nitelendirilebilir.

Türkiye, ordunun başını çektiği bir bürokratik elit tarafından, 1. Dünya Savaşı’nın enkazı üzerine inşa edildi. Söz konusu bürokrasi, Osmanlı İmparatorluğu' nun Ortadoğu ile olan tüm bağına karşı reddi miras anlayışı içerisinde oldu. Bunda, Arapların 1. Dünya Savaşı'nda Türk ordusuna ihanet ettiği düşüncesi de etkendir.

Bugün ise Anadolu burjuvasının temsilcisi olan AKP, iktidardaki yedinci yılını sürdürmektedir. Cumhuriyetin kuruluş felsefesindeki Osmanlı mirasına karşı mesafeli duruş son yıllarda değişmiş, AKP hükümeti uluslararası ilişkilerde Osmanlı kökenini ön plana çıkartmaya başlamıştır.

Başbakan' ın dış politikada en güvendiği isim, Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu.
Başbakan, 7 yıldır danışmanlığını sürdüren Davutoğlu’nu, Mayıs ayında Dış İşleri Bakanlığı’na getirdi.
Davutoğlu’nun akademik kariyeri kadar dikkat çeken bir diğer husus, AKP kabinelerinde ilk kez olarak parlamenter olmayan birinin bakanlığa getirilmesidir.
Bu durum özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Prof Dr. Davutoğlu’na duyduğu güvenin boyutunu ortaya koyuyor.

Davutoğlu, "Stratejik Derinlik" adlı kitabında, Türkiye Cumhuriyeti'in unuttuğu Osmanlı mirasına sahip çıkıp, merkez devlet olarak kültürel mirası paylaşan çevre ülkelere etki etmesi gerektiğini savunur. Akademisyen bakan, bu düşüncesini bakanlığının stratejisini “komşularla sıfır sorun” olarak belirleyerek pekiştirdi.

Bir başka deyimle, bu dış politika anlayışında Türkiye’nin içinde bulunduğumuz dönemde uluslararası ilişkiler sisteminde eski ağabey imajıyla yaratacağı bir “soft power” olarak sahneye çıkması hedeflenmektedir.

Peki nasıl gidiyor Davutuoğlu yönetiminde komşularla ilişkiler?

Ermenistan’la ilişkileri düzeltmek adına atılan adımlar, Azerbaycan’ın sert tepkisiyle karşılaştı. Böylece hem Ermenistan’la düzelme umudu azaldı hem de Azerbaycan’ın güveni bu süreçte zedelenmiş oldu. Bu durum da Dış İşleri Bakanı’na eleştirilerin gelmesine sebep oldu.

Bakana yönelik eleştirilerin tek kaynağı sadece Kafkasya politikası da değil üstelik.

Türk basınında ve yabancı basında Türk dış politkasının ne yöne gittiğiyle ilgili sorular sıklaşmaya başladı.

İran’da yaşanan krizde, bölgede ve dünyada eylemlerin sonucu ve seçimlerin yenilenip yenilenmeyeceği beklenirken, Türk hükümetinin Ahmedinejad lehine aldığı pozisyon aceleci olarak nitelendiriliyor.
Bunun yanı sıra Lübnan'da Hizbullah'a, Filistin'de Hamas'a verilen destek, Sudan’ın hakkında uluslararası tutuklama emri olan devlet başkanı El Beşir'in çeşitli kereler Türkiye’de ağırlanması, ve en önemlisi Erdoğan’ın Davos çıkışı ve bunun sonucu olarak İsrail’le sorunlar yaşanması gibi politikaların Ortadoğu’daki İslami hassasiyeti Türkiye lehine çevirecek bir “soft power” stratejisi mi olduğu ; yoksa Davutoğlu’nun İslami hassasiyeti yüksek geçmişine uygun bir şekilde ideolojik mi davrandığı tartışılıyor.


Eleştirilerin haklı olup olmadığını zaman, bir de Davutoğlu yönetimindeki Türk Dış İşleri yönetiminin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecindeki samimiyeti ve çabası ortaya koyacak.


Eleştirilerin erken olduğunu savunanlar iki aylık bakana zaman verilmesi gerektiğini savunuyor ve Davutoğlu’nun “AB stratejik önceliğimiz” açıklamasının yabana atılmaması gerektiğine inanıyorlar.

Muhalifler ise hükümetin tavrının ideolojik olduğu görüşündeler.
Davutoğlu’nun hükümete olan etkisinin 2 aylık bakanlık göreviyle sınırlı olmayıp, kendisinin yedi yıldır Başbakan’ ın Dış Politika Başdanışmanı olduğunu hatırlatıyorlar..

Türk dış politikasında ideolojik bir değişim olduğunu düşünenler, Akp’nin söz konusu yedi yıllık Dış Politika uygulamalarını yeterli bir veri olarak değerlendiriyor.

Bakalım çiçeği burnunda Dış İşleri Bakanı, hükümetinin imajını komşuları ve dünya nezdinde güçlendirebilecek mi?

Bu sorunun yanıtını da AB politikalarıyla beraber, büyük ölçüde Obama hükümetinin tavrı belirleyecek.
Zira Davutoğlu, Ortadoğu ve Kafkaslardaki sorunlar hakkında Amerika ile “tam bir görüş birliği” içerisinde olduklarını açıkladı.

Şayet Obama hükümetinin temsilcileri, Türk Dış Politikası kapsamında Ahmedinejad’a, Hizbullah’a Hamas’a yakınlık gibi uygulamaları ideolojik bulup eleştirirlerse, zaten AB üyeliği konusunda da sıkıntılar yaşayan AKP hükümeti, meşruiyet sorunu ile karşı karşıya kalabilir.

İran ve Irak’ta yaşanacak hızlı değişimler ve Türk Dış politikalarının bu değişimlere vereceği tepkiler de söz konusu tartışmanın geleceğini belirleyecek.

İstikararlı olan tek şeyin değişim olduğu Ortadoğu gibi bir coğrafyada, dönüm noktalarını tespit etmeye çalışmak her zaman zorlu bir süreç olmuştur.

Share/Save/Bookmark

22 Mayıs 2009 Cuma

Namuslu adamlar



-16 adaylı kurultay sonuçlandı ve Masum Türker genel başkanlığa seçildi.

-Kurultayda seçilemeyeceğini anlayıp çekilmeye karar veren eski genel başkan Zeki Sezer, yandaşları tarafından ağzı kapatılmak suretiyle durduruldu.

-Kurucu genel başkan Rahşan Ecevit, desteklediği aday 20 oy alınca salonu terketti.

-Yerel seçimde başka partinin adayını desteklemekten dolayı "uyarı" almış olan 4 kişiden Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli, kurultay sonucunu beğenmeyip partisinden istifa etti.

Yukarıdaki gelişmeler, hisseli harikalar kumpanyasında değil, Demokratik Sol Parti'de yaşandı bu hafta.

Dayanağı, ideolojisi bir evlilik cüzdanından ibaret olan partiden, söz konusu evliliğin bir tarafı vefat edince daha fazlasını beklemek safdillik olurdu zaten.

Bankadaki para da bitince güvercinler de özgürlüğüne kavuşacak.

Rahmetli Bülent Ecevit'i geçen hafta da Sarkozy ve Merkel'in Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne tam üye olarak almayacaklarına yönelik açıklamaları sonrası anmıştım.

Neden mi?


Soğuk Savaş yıllarında , Rusya'nın etki alanına girmelerinden korkulan iki ülke; Türkiye ve Yunanistan'a üyelik teklif edildi, Avrupa Birliği genişleme süreci yeni başlıyordu.

Yunanistan bu öneriye balıklama atlarken, o dönemki Başbakanımız Bülent Ecevit,
"onlar ortak biz pazar" sloganı ile bu öneriyi reddetmişti.

Türk pasaportunun bugün Kenya pasaportuna göre bile daha az ülkeye vizesiz girebilmesini kendisine borçluyuz.

Tıpkı "Kıbrıs Barış Harekatı" sırasında birinci harekat sonrası durup tüm dünyanın takdirinin meyvesini toplamak varken, ikinci taaruzu gerçekleştirerek askeri olarak da çok yanlış bir noktaya hat çekmesini borçlu olmamız gibi.
Bunun sonuçlarını az çok hepimiz biliyoruz :
Kıbrıs Türklerinin dünyadan izole olması, Türkiye'nin amborgaya maruz kalması, KKTC'yi Libya'dan başka tanıyanın olmaması, Türkiye'nin AB yolunda Kıbrıs Rum Kesimi'nin onayına muhtaç olması..

Siyaset tarihinde bu kadar kısa süre görev alıp da Ecevit kadar çok problem yaratan bir lider ender bulunur. Yakın zamanda Apo'nun yakalanmasının aslında Türkiye için kötü bir olay olduğu da ortaya çıkarsa hiç şaşırmayacağım.

Ecevit'in ilkelere ve dürüstlüğe olan inancını vurgulayıp, başbakan olmak için Erbakanla koalisyon yapması ve 11 milletvekili transfer edip, karşılığında hepsine bakanlık vermesi gibi icraatlarını da unutmamak gerekir.

İmaj çok önemlidir ancak herşey değildir. Bülent Ecevit kültürlü, asil, naif bir karakter olabilir. Mütevazi de olabilir. Ne yazık ki bunlar, kötü bir yönetici olduğu gerçeğini değiştirmez.

Bir başka mütevazilik sembolü Ahmet Necdet Sezer'le Bülent Ecevit'in bir önceki ekonomik krizi ettikleri kavga ile tetiklemeleri, durumu açıklayan çok güzel bir ironidir.

Sezer, Çankaya'da oğlunun düğününde elektirik masraflarını cebinden ödemişti.
Ecevit de kendi çayını kendi demliyor, makam arabası olarak Renault kullanıyordu.

Bu ikilinin kavgacı tutumu yüzünden millete çıkan fatura ile Van gölü ışıklandırılır, her şehire Renault fabrikası açılırdı.

İyiliksever Sakıp Sabancı'nın Akbankı' nın o krizde bir gecede buharlaştırdığı para ile memlekette sorun yaşayan engelli vatandaş kalmayacak olması gibi çarpıcı örnekler bunlar.

Atatürk, kendisinden sonra gelen yöneticilere beceriksizlik vasiyet etmedi.

Mustafa Kemal, ülke fakirlikten kırılırken kültürel devrimi sağlamlaştırmak adına hergün balo düzenleyecek kadar, dış politikada 7 sene önce savaştığı Venizelos'la dost olup Balkanlarda Avrupa Birliği gibi bir oluşuma önayak olacak kadar (Balkan Paktı), ekonomiden anlamamasına rağmen İş Bankası gibi bir kurum yaratacak kadar vizyonerdi.

Haydi yaşarken çapına uyum sağlayacak yönetici yoktu, ama el insaf 90 sene geçti artık.


Türk toplumunun eğitimli kesiminin "Kıyılar CHP'ye oy veriyor, fosfor zekaya iyi gelir" gibi vecizelerin etkisinden sıyrılıp, nasıl bir lider istediğine karar vermesi lazım artık.


Beceriksiz ama "namuslu ve bizden biri" mi?

Yoksa "ama" sı olmayan vizyoner bir lider mi?

Share/Save/Bookmark

5 Mayıs 2009 Salı

İsrail'in tepkisinden bana ne?



Napolyon "Dünya tek hükümet olsa, merkezi İstanbul olmalıdır" derken, dünyadaki gelişmeleri anlamak isteyenlerin, Osmanlı coğrafyasında yaşananları iyi analiz etmeleri gerektiğinin bilincindeydi.


200 sene sonra, yine aynı noktadayız. Dünyadaki çatışmaların çoğu ya Osmanlı coğrafyasında ya da o coğrafyanın çevresinde yaşanıyor.


O yüzden dünya meseleleri ile ilgili öngörü yapmaya çalışanlar için Türkiye'de yaşıyor olmak iyi bir firsat.


Biraz beyin jimnastiğine ne dersiniz? Öncelikle son zamanlarda ülkemizde yaşananlardan bir demet :


1- Tayyip Erdoğan, Davos zirvesinde İsrail'i ağır bir dille suçladı. (bkz one minutes vakası)


2- Amerikan Başkanı Barack Obama ilk resmi yurt dışı ülke ziyaretini Türkiye'ye gerçekleştirdi.


3- Yerel seçimlerdeki oy kaybı üzerine kabine revizyonuna gidilirken, Dış İşleri Bakanlığı'na Prof. Ahmet Davutoğlu getirildi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, " Meclis dışından birini Cumhurbaşkanı yapmak Meclis'e hakarettir" diyen Erdoğan, meclis dışından birini bakan yapıp, sözünü yutmayı göze alacak kadar güveniyor Ahmet Davutoğlu'na.


Kendisi ile ilgili Davos yorumunda yazdığımı buraya taşımam gerekir bu noktada :


"Başbakan' ın dış politikada en güvendiği isim, Prof. Ahmet Davutoğlu. "Stratejik Derinlik" kitabında, Cumhuriyet'in unuttuğu Osmanlı mirasına sahip çıkıp, merkez devlet olarak kültürel mirası paylaşan çevre ülkelere etki etmesi gerektiğini savunur. 7 senedir de Türk Dış politikasında bu anlayış hakim oldu. 1 Mart tezkeresi , İsrail konusunda her geçen gün Filistin lehine tavır koyan çıkışlar, bu durumun göstergesi. "


4- Türkiye ile Suriye askeri bir tatbikat gerçekleştirdiler. İsrail bu duruma tepki gösterdi.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Suriye-Türkiye ilişkilerine değinirken bir soru üzerine "'İsrail'in tepkisinden bana ne'" gibi hiç beklenmedik sertlikte bir cevap verdi.

Bundan üç gün önce İsrail basınında "'Türk ordusunu da mı kaybediyoruz?'" sorusu tartışılmıştı.


Bu parametreler ışığında, "İslamcı hükümet muhafazakar akademisyenin önderliğinde İsrail'den uzaklaşıyor" demek yetersiz bir yorum olarak kalıyor. Zira, İsrail'e mesafeli yaklaşım konusunda ülke içerisinde gerekli konsensüs sağlanmış görünüyor, Genelkurmay Başkanı'nın tepkisinden anlaşılacağı üzere.

Tüm bunların üzerine bir de Obama'nın ziyareti ve orda yaşananlar düşünülünce
" Amerika'nın İsrail'i uslandırma projesinin startı Türkiye'de mi verildi?" sorusu kurcalıyor kafamızı..




Share/Save/Bookmark

16 Şubat 2009 Pazartesi

Brüksel'in yolları taştan..

Çarşaf,Kuran Kursu açılımları derken, Deniz Baykal bir de denizaşırı açılım yapmaya karar vermiş olacak ki Brüksel'e gitti. Avrupa Birliği'ne aday bir ülkenin sosyal demokrat partisinin liderinin Brüksel'e gitmesinde ne var, bunun neresi açılım, insanı ısıran köpeği değil, köpeği ısıran insanı anlat diye soracak olan okuyuculara, ilginç bir bilgi verelim de hem biz rahatlıyalım, hem de onlar . Sayın Baykal, Brüksel'e son olarak 22 Nisan 2004'te Avrupa Sosyalistleri Partisi 6. Kongresi'ne katılmak için gitmiş.


Yılmaz Özdil'e atıf yaparak, o tarihte doğan çocuklar ilkokula başlayacak, dolar şu kadardı euro bu kadar, Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı idi, değişmeyen tek şey ise Fenerbahçe Türkiye Kupası'nı alamamasıydı gibi istatiklerle yazıyı sonlandırabiliriz ancak gözden kaçan bir tespiti yapmadan bitirmeyelim :

2002 yılında seçimi kazanan AKP, tek başına iktidar olsa da bürokrasi sınıfı bir başka deyişle "kurulu düzen", gerçek anlamda muktedir olmasına müsaade etmiyordu.CHP de bu sınıfın temsilcisidir malum. Hükümet çözüm yolu olarak, köprüyü geçene kadar, meşruiyet kazanmak adına, AB konusunda çok istekli görünme yolunu seçti.

İkinci seçim kazanılıp, Çankaya, YÖK gibi kritik mevziler de düşürülünce; hükümet köprüyü geçtiğine inandı ve AB ile ilişkilerini soğuttu; öte yandan AB'nin de hükümete "Fazla naz aşık usandırır" kozu vermesi de göz ardı edilmemeli bu noktada.

Tüm bu süreçte, AB konusunda mesafeli kalmayı tercih eden CHP, hükümetin ipleri eline aldıktan sonra bu ipleri kendi dayandığı sınıfın boynuna dolayacağını anladı ve her geçen gün daha fazla oranda antidemokratik yaklaşımları ensesinde hissetmeye başladı. Tüm bu gelişmeler ışığında, Baykal'ın Brüksel çıkartması sürpriz olmamalı.

Biz yine de siyasi partilerimizin, asıl çözümün, zora düştükleri zaman, Türkiye'ye yaklaşımı samimiyetsiz, istikbali de meçhul olan Avrupa Birliği'ne sığınmaktan ziyade, ülkede sorunsuz bir demokrasi ortamı yaratmak olduğunu kavramalarını umut etmeye devam edelim, fakirin ekmeğidir umut.

Share/Save/Bookmark

6 Şubat 2009 Cuma

Halife sefere çıkmadan önce ne yapar?



Tayyip Erdoğan'ın "Osmanlı" açılımı beklediğim yankıyı buldu, kamuoyunda ve dış dünyada. İsrail'den sonra, Amerikan Yahudileri'ne de çattı Başbakan. Bu hamle, topyekün bir politika değişimidir Türkiye Cumhuriyeti için, statükonun sona erip revizyonizmin başlaması anlamına gelir.


Erdoğan, eşşeği sağlam kazığa bağladığını söyledi. Dışarıda belli temaslar içerisine girmiş, onlara güveniyor olabilir, ancak madem Osmanlı ruhuyla hareket ediyor, Osmanlı'yı iyi bilip, onun yönetim kodlarından ders alması gerekir.

Osmanlı, hükümdarları dışarıya bir sefere çıkacakları zaman - ki Tayyip Erdoğan'ın bu politika değişimi modern bir sefer sayılabilir- içerideki bütün sorunları çözerdi, isyan eden eşkiya ile pazarlık edip ayanlık vermek dahil her yöntemi kullanırdı. Milli mücadeleden de örnek alabilir Başbakan; Atatürk Anadoludaki çatlak sesleri kesene kadar Yunan ordusuna karşı savunma taktiği uyguladı, Büyük Taaruz başlayana kadar Ankara' yı terk etmedi.


Kısacası, Tayyip Erdoğan'ın İsrail'e, dolasıyla Amerika'ya rest çekmesinden sonra, içerideki dinamiklerle (başta ordu olmak üzere) çatışma lüksü kalmadı. Davos dönüşü iki kere Atatürk'e atıf yapması sürpriz değil, Hurşit Tolon'un GATA' da tedavi görüntüsü altında sessiz sedasız tahliye olması da.


Bu saatten sonra Ergenekon olayında büyük bir gelişme beklemiyorum, yavaş yavaş unutulacaktır.


Share/Save/Bookmark

3 Şubat 2009 Salı

Usta'ya saygılarla..



Siyasetçiler bazen kaleci, bazen şütör olurlar.Bütün sorun, onların ayağında top olmamakta...
Çetin Altan

Share/Save/Bookmark

30 Ocak 2009 Cuma

ultrAslan Tayyip Erdoğan



Salı günku Galatasaray- Sivas maçında İsrail'e ve İsrailli oyuncu Balili'ye, kapalı tribünde tayfa tabir ettiğimiz, (liderlerinin ultrAslan'i yönetmekte olduğu) kesim tepki gösterip üstüne üstlük ultraslan.com adresinde konuyla ilgili yapılan, özrü kabahatinden büyük açıklamada, uluslararası siyaset alanına taşılınca, konuyla ilgili bir yazı yazmak hazırlığındaydım ki dünkü Davos bombası patladı..


Önce bir genel çerçeveye bakalım. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı olan bir ülke, dedesi de Roma İmparatorluğu diyebiliriz. Dünyayı 200 sene yöneten bir süper güçten , 220 sene boyunca toprak kaybedip, iflas ederek dağılan bir devlete dönüşmenin kitlelerin bilinçaltında büyük bir etkisi var.

Türkiye Cumhuriyeti' ni kuran anlayış, bu travmayı yok sayarak, halı altına süpürerek çözmeyi tercih etti, hele Osmanlı İmparatorluğu' nun Ortadoğu ile olan tüm bağına karşı reddi miras anlayışı içerisinde oldu. Bunda, Arapların 1. Dünya Savaşı'ndaki ihaneti de etkendir : Türk askeri aç biilaç, perişan, Hz. Muhammed'in türbesini İngilizler'e karşı savunmaya çalışırken, Bedevi çeteleri öldürdükleri Mehmetçiklerin altın dişlerini sökmekle meşgul oluyorlardı.


Başbakan' ın dış politikada en güvendiği isim, Prof. Ahmet Davutoğlu. "Stratejik Derinlik" kitabında, Cumhuriyet'in unuttuğu Osmanlı mirasına sahip çıkıp, merkez devlet olarak kültürel mirası paylaşan çevre ülkelere etki etmesi gerektiğini savunur. 7 senedir de Türk Dış politikasında bu anlayış hakim oldu. 1 Mart tezkeresi , İsrail konusunda her geçen gün Filistin lehine tavır koyan çıkışlar, bu durumun göstergesi.

Bu siyaset doğrudur veya yanlıştır daha uzun bir tartışma konusu ama dün yaşanan olay sonrası bir durum tespiti yapalım:


1) Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, kendisine yeterli saygıyı göstermeyen devlet başkanına da toplantı yöneticisine de tepki göstermekte haklıdır. Öte yandan bu tepkisini soğukkanlılığını koruyarak, şık bir şekilde vermelidir. Madem "kabile reisi değilim, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyım" diyor, tribün lideri gibi davranmamalıdır. Sünepe monşerlikle, devlet adamlığı arasında eminim ki Başbakan'ın da kendini tanımlayıp ona göre davranacağı bir bölge vardır.

Eurovizyon kazanınca bile çıldıran Türk milleti, yukarıda bahsettiğim travma sebebiyle, yurt dışında yaşanılan her başarıya aşırı tepki verir, başbakanın hem de deplasmanda Israil Cumhurbaşkanı' na gider yapması da büyük destek görecektir. Başbakan kısa vadede bu işten karlı cıkar, ancak..


2) Dış politikada bu kadar keskin bir dönüşüm yaşamak hayra alamet değildir. Ekonomik ve askeri olarak Amerika ve İsrail' i gözden çıkaran bir Türkiye'nin istikrarsızlığa sürüklenmemesi, bu politikaları şekillendirenlerin de başının derde girmemesi mümkün gözükmemektedir.


3) Bizim milletin ırkçılık geleneği yoktur. İmparatorluk döneminde sömürge politikası olmadığı için, merkeze bir ırkçılık anlayışı yerleşmemiştir. Fakat, çok çabuk galeyana gelen, vandalizme ve yağmacılığa müsait, patlamaya hazır bir kitle vardır ülkemizde. 6-7 Eylül olaylarını ( Güz Sancısı filmini tavsiye ederim, gerçi Beren Saat çiftetelli oynasa da tavsiye ederim ama konumuz bu değil) ve Apo İtalya' ya sığınmışken olanları unutmayalım. Bu gözler, Fiat marka arabasını, Versace kravatını yakan, İtalya'dan ithal domatesler üzerinde tepinenleri gördü.


İsrail karşıtlığı yapacağım derken, bu kitleyi kışkırtmanın vebali cok ağır olur.


Share/Save/Bookmark