25 Ağustos 2009 Salı

Houston, there is no problem




Uzay mekiklerini bilirsiniz.

Bir mekiğin uzaya gönderilmesi sürecinde en kritik bölüm, fırlatılıştır.

Uzay mekiğinin iki yanında roketler bulunur. Bunlar kalkışta kullanılırlar; çünkü kalkış sırasında ilk hareketin verilmesi için büyük bir itme gücü gerekir ve bu da ancak katı yakıtlı roketlerle yapılabilir.

Fırlatma anı başarıyla tamamlanıp da roketlerin misyonlarını tamamlayarak okyanusa düşmesinden kısa bir süre sonra mekik yörüngeye oturur.

Yolculuğun en zor bölümü aşılmıştır artık. Houston'dakiler rahatlar, pizza söylerler ofise..
Bu süreçte bir problem çıkması halinde ise en iyi ihtimalle fırlatılış ertelenir.

Frank Rijkaard gibi Sir Alex Ferguson gibi Luis Van Gaal gibi Arsene Wenger gibi sistemi ön plana çıkaran hocaların takımlarının ilk sezon başlangıçları da tıpkı uzay mekikleri gibi meşakkatlidir.

Rijkaard'ın Barcelona'daki ilk senesinde yaşadığı sıkıntılar defalarca yazıldı çizildi. Van Gaal da bu sezon Bayern München ile Bundesliga tarihindeki en kötü başlangıcı yaptı.

Frank Rijkaard ise Galatasaray ile bu tür sıkıntılı bir dönem yaşamadan, hızlı bir başlangıç yaptı.
Bu başarılı başlangıçta kuşkusuz ki takımın ön eleme maçları yüzünden sezona erken başlayıp, erken form tutması da etkendir.

Biz haticeye değil neticeye bakalım :

Geçen sezonunun sonlarındaki maçlar sırasında uyumamak için kahve üzerine kahve içen Galatasaray taraftarları, şimdi ise UEFA'yı kazanan efsane kadrodan beri en coşkulu, en yetenekli, hücum pres ve takım oyunu konusunda en gayretli takımı izliyor.

Bundan dolayıdır ki iç sahadaki en önemsiz görünen maç bile hıncahınç doluyor ve Galatasaray taraftarı son yılların en çarpıcı trübün performansını ortaya koyuyor.

Yıldız oyuncuları ile gol bulma konusunda sorun yaşamayan Galatasaray, defansif anlamda da sadece yan toplarda sorunlu görünüyor.

Ligin kalburüstü hücumcuları olan Tabata, Cangele, Troisi, Beto, Dos Santos gibi isimler Galataasaray'ın ağır ve yapılı stoperlerden oluşan defansını göbekten delemediler.

Sonuç olarak, Galatasaray'ın uzay mekiği yörüngeye oturmak üzere.
Sezon ortasında yaşanması muhtemel form düşüklüğüne karşı, Frank Rijkaard'ın kariyeri sayesinde baştan kazanmış olduğu kredi limiti de ikiye katlanmış durumda.

Rijkaard, üç dört ay önce 19 Mayıs şenliklerinden daha sıkıcı bir futbol oynayan Galatasaray'ı bu kadar kısa sürede, elinde sihirli değnek varmışçasına, nefis futbol oynatan hoca ünvanına da sahip artık.
Share/Save/Bookmark

23 Ağustos 2009 Pazar

Haftanın Sözü




Hayat yokuşunu tırmanırken rastladığınız insanlara iyi davranın; inişte yine onlara rastlayacaksınız..

Marcus Tullius Cicero
Share/Save/Bookmark

21 Ağustos 2009 Cuma

Seviye atlamak


Hepimizin yolu bilgisayarda veya Playstation'da futbol oyunlarından geçmiştir.

Bu tip oyunlara "beginner" veya "amateur" seviyesinde başlanır, parmaklar alışıp ustalaştıkça da seviye atlanır, "professional" ve "world class" a doğru yelken açılır.

Galatasaray, UEFA'da üç öneleme oynamak durumunda kaldığı için "amateur" seviyede altı tane maç yaptı, hatta Denizlispor maçını da yedinci maç sayabiliriz.

Bu arada önemli işler başarıldı:

Yeni transferlerin uyumu, (Elano hariç) tamam.

Takımın coşkusu, birliği ve kaynaşması, tamam

Hocanın ve kaptanın takıma hakimiyeti, tamam

Seyirci ile bütünleşme, tamam

Pres, takım savunması, çalışılmış hucüm organizasyonları, (duran top dahil) tamam

Pas futbolu daha tamam değil ancak on kişi kendi sahasına kapanan zayıf takımlara karşı bundan fazla geliştirilemez.

Demek ki artık Galatasaray için seviye atlamanın, orta sahada basan ve top yapan takımlara karşı gücünü test etmenin vakti geldi.

Zayıf takımlar çekilin Galatasaray'ın karşısından!

Abileriniz gelsin..
Share/Save/Bookmark

20 Ağustos 2009 Perşembe

Kendi düşen ağlamaz




Sevilay Yükselir'in bugün Sabah'da çıkan köşe yazısından bir kesit

...
Polat'ın başı sürekli aleyhine çalışan bir lobiyle büyük belada...
Galatasaray Lisesi mezunları lobisiyle... Bunu duyunca hiç şaşırmadım. Çünkü çok ama çok yakından tanıdığım birkaç mezundan biliyorum, bunlar gerçekten ilginç adamlardır. Mesela dünyanın kendi etraflarında filan döndüğünü sanırlar. Onlar ve onların lisesi olmadan Türkiye aslında bir hiçtir. Onlara göre siyaseti, medyayı ve yargıyı sadece ve sadece bu liseden mezun olmuş kişilerin yönetmesi gerekir. Ve hatta onlara göre lisenin yeni öğrencileri kesinlikle eski mezunların çocuklarından oluşmalıdır (Sınavsız, başvurusuz... Hani özel üretimler ya!)
Her neyse yani bu adamlar nedense kendilerini çok özel kabul ederler...
İşte Adnan Polat'ın başı bu adamlarla belada... Daha önce çok başarısız olmasına karşın salt lise mezunu diye Özhan Canaydın'ın kulübün başında kalmasına göz yuman liseliler şimdi de Adnan Polat'ı kendilerinden olmadığı için yemeye çalışıyorlar. Sürekli Polat'ın aleyhine kulis çevirmeler, yerine kendilerinden biri olsun diye olur olmaz adamlara başkanlık teklif etmeler filan...
Hadi diyelim ki bu onların birer üye olarak en doğal hakları.
Ama bu tayfa, oyunlarını sadece kendi içlerinde oynamıyor, "Kulübün geleceği de sağlam olsun" diye, bu akıl almaz şovenizmi henüz öğrenci olan genç beyinler arasında da yayıyor...
Nasıl mı?
"Gelsinler görsünler, Galatasaray ruhuna yakından tanık olsunlar" düşüncesiyle kulübün üst düzey 400 üyesini Tevfik Fikret Salonu'na davet eden Adnan Polat'ı 100 kadar liseli öğrenciye protesto ettirerek...
Koskoca Galatasaray Kulübü Başkanı'na, adeta, "Sen kimsin ya? Biz seni tanımıyoruz!" imasında bulunmaya çalışan bu genç çocuklar, Polat konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıktığında toplu halde dışarı çıkıp, konuşması bitince de salona geri dönüyorlar!
Çocukların bu terbiyesizce davranışı sergilemesine kim ya da kimler önayak oldu bilmiyorum ama şunu bir kez daha anladım ki, "Allah bizleri bu liselilerin şerrine tesadüf ettirmesin!"
(Lütfen, "Amin" deyin...)


Öncelikle Sevilay Yükselir yazısında önemli bir maddi hata yapmış.
Bahsettiği olay yeni değil, on ay önceki üyeliğe kabul töreninde yaşanmış.
Ayrıca yazısında Galatasaray Liselilere yönelik kullandığı ifadelerdeki asıl niyetin çok yakın çalışırken arasının bozulduğu Fatih Altaylı'ya gönderme yapmak olduğu hissediliyor, neyse konumuz bu değil.

Kulübün üst düzey 400 üyesi olarak bahsettiği grup, kulübe yeni üye olmuş ve törenle mazbata alıcak 526 kişiden ibaret.
Bu 526 Galatasaraylının yarısı liseden gelen üyeler, diğer yarısı ise B ve C kategorilerinden üye olan kişilerdi.

(Bilmeyenler için not:
Galatasaray'ın tüzüğüne göre yeni üyelik için A, B ve C tipi üye adayları vardır.
A tipi üyeler Galatasaray Lisesi mezunlarıdır, onlar için giriş ücreti 600 TL'dir.
B tipi üyeler, halihazırdaki üyelerin birinci dereceden akrabalarıdır ve giriş aidatı 2500 TL'dir.
C tipi üyelik ise bunun dışında kalan kişilerdir ve giriş parası 10000 TL'dir.
Her sene aktif üye sayısının %3'ü kadar yeni üye alınır, öncelik sıralaması da A,B ve C tipi üyelik olarak sıralanır)

Bu yazıdaki olayın yaşandığı gün ben de Tevfik Fikret salonundaydım, ancak Başkan'ın konuşmasından sonra geldiğim için yaşanan olayı görmedim.
Yeni üye olan lise mezunu gençler Adnan Polat'ı dinlemeyerek bir protesto gerçekleştirmişler, yazının bu kısmı doğru.

Bu noktada eleştirinin büyüğünü Adnan Polat haketmektedir.

Kendisinin konuşmasını dinlemeyecek kadar hasmane tutum içerisindeki yüz, belki de daha fazla kişinin hem de usülsüz* bir şekilde üye yapılmasının altına imza atarak Adnan Polat müthiş bir idari zaaf içerisine girmiştir.

Dünyanın hiçbir yerinde yönetici konumundaki bir kişi, kendisine karşı ideolojik sebeplerle önyargılı yaklaşan bir kitleyi, seçme yetkisi olan bir kurula kolayca üye yapmaz.

Adnan Polat insani ilişkilerde başarılı olduğuna inanan bir Başkan.

Galatasaray Lisesi'ni yücelttiğini, liseli üyelere özel önem verdiğini ve lise hassasiyetlerine saygı gösterdiğini savunuyor.
O yüzden de liseli olmadığı için onun altını oyacak, devirmek isteyecek bir muhalif grubun marjinal bir kitleden ibaret kalacağını düşünüyor, bu konuda herhangi bir tehdit algısı yok.

Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.

Bu kadar tedbirsiz ve naif olarak, bırakın Galatasaray gibi grift bir camiayı, "Hipopotam Sevenler Derneği" ni bile yönetemezsiniz.

Mart ayındaki seçimi kaybetmesi halinde Adnan Polat herşeyden ve herkesten önce kendisini suçlamalıdır.

Kendi düşen ağlamaz

* Usülsüzlük meselesi şu :
Söz konusu 526 kişilik üye alım furyasında, lise kontenjanından üye olanların toplu başvuru yaptığı, adayların üyelik formlarını bizzat imzalamadığı ve 600 TL'lik giriş ücretinin 3-4 kişi tarafından toplu olarak ödendiği iddia edildi.

Üye olanlar içerisinde Fenerbahçe'yi tutanlar olduğunu bizzat biliyorum.
Share/Save/Bookmark

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Dalya



Şaka maka 100. posta gelmişiz, vakit ayırıp da takip eden herkese çok teşekkür ederim.

Yüzüncü yazı da Sergen Yalçın'a kısmet oldu, zira kendisi gece gece çok güldürdü beni.

Aynen aktarıyorum :

" Bu Avrupa'ya transfer işleri kolay değildir. Mesela benim Almanya milli maçından sonra Bayern Munchen'e transfer durumum olmuştu, adamlar bir araştırmışlar ( bu noktada pis pis sırıtır) almadılar. "

Severim Sergen'i delikanlı adamdır.

Çalışsaydı, sapıtmasaydı Real Madrid'de oynardı geyiklerine girmeyeceğim hiç.

Bence Sergen saçı başı ayrı oynamayan her adam gibi Türk toplumundan haketmediği eleştiriler almıştır.
Adam Real Madrid'de oynamadı ama mutlu oldu belki, size mi düştü kaygısı?

Çok takım dolaştı, hiçbirinde maymunluk yapmadan, Beşiktaşlılığını gizlemeden oynadı.

Lucescu yönetiminde Galatasaray ve Beşiktaş'ta gördüğümüz üzere kafası rahat olduğunda ve idare edildiğinde tek başına alamayacağı maç da yoktu, büyük yetenekti.

Yorumcu olarak da arada güldürüyor bizi, keşke futbol dünyasının her figürü Sergen Yalçın gibi olsaydı.
Share/Save/Bookmark

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Follow me



Soğuk baktığım bir site olmasına karşın yoğun ısrarlara dayanamayarak Twitter'a üye oldum.

İşin gerçeği meraklı sayılabilecek bir karakterim olduğundan, ilgimi çeken ünlülerin ve birkaç yakın dostumun üye olduğunu görünce, neler yazıyorlar merakı ağır bastı.

Adresim aynı

İletişim çağı kapitalizmin getirdiği bireycilik anlayışını bambaşka bir boyuta taşımış durumda.

Blog, twitter, facebook derken insanlar kendi yaşantılarının, yazdıklarının, maceralarının fena halde önemli olduğuna inanmış durumdalar.

Herkesin peşinden koştuğu 15 dakikalık şöhret meselesi de cabası.

Amma ve lakin, hayat zorlu.

Her birimiz, "@çeşme mojito içiyor, @bodrum köpük banyosu yapıyor" şeklindeki "dolce vita" ruh halinden aniden çıkabileceğimiz çeşitli imtihanlarla karşı karşıya kalabiliyoruz.

Kendisinin çok önemli ve özel olduğuna kuşku duymaksızın ikna olmuş insanoğlu, hayatların zorlukları karşısında tökezleyince şaşırıp kalıyor.

Kendisini Holywood yıldızı gibi hissettiğinden, Holywood filmlerinde olduğu gibi birkaç sahne sonra mutlu son gelir diye umut ediyor.

Mutlu sonu bulamayınca ne oluyor peki?
Gelsin bunalımlar, doktorlar, Prozac, Xanax..

1. ve 2. Dünya Savaşı'nın, Büyük Buhran'ın acılarını yaşamış genç nesil de bugünkü kadar çok psikolojik problem yaşıyor muydu acaba?

Yanlış anlaşılmasın, bu bir kapitalizm taşlaması veya bireycilik eleştirisi değil.

Tarihin akışının önüne geçebileceğini sanan romantik ve saftorik salon devrimcilerinden değilim neyse ki.

Yaşadığımız zamanları evrimin bir parçası olarak görüyorum.
İnsanoğlu artık daha dik yürüyemeyecegine göre, evrim geçirmesi gereken özelliği psikolojisi olacak.

Bireyselliğin ön plana çıktığı bu dünyada, suni olarak şişirilmiş olan kendine güveni ilk dalgada yıkılanlar elenecek, sağlam durmayı bilenler ise "survive" edicekler.
Share/Save/Bookmark

14 Ağustos 2009 Cuma

Ah be Ömer Abi




Milli futbol takımımızın 3-0 yendiği Ukrayna maçını TRT ekranlarında yorumlayan Ömer Üründül, dün geçirdiği talihsiz bir iş kazasının ardından ameliyat edilmek üzere ambulans uçakla Türkiye'ye dönüyor.

Maçın bitiş düdüğünün ardından yayının son bulmasıyla, kendileri için hazırlanan derme çatma yayın kulübesinden aşağı inmeye çalışan Üründül, merdivenlerden ayağının kayması ile yaklaşık 8 metrelik yükseklikten yere düştü.

Üründül acilen hastaneye kaldırdı ve ilk müdahalesi burada yapıldı. Çekilen röntgen filmlerinin ardından Fibula kemiğinin kırıldığı anlaşılan Üründül, doktorların ameliyat olması için yaptıkları teklifi reddederek ameliyatı Türkiye'de olmak istediğini söyledi.

Şu anda ambulans uçakla Türkiye'ye dönen spor yorumcusu Ömer Üründül yaşanan talihsiz kaza ile ilgili şunları söyledi:
"Ukrayna'da ne yayın imkanları düzgündü ne de yayın kulübesi. Çok yüksek bir yerde bize derme çatma bir yer verdiler. Ne inmek ne de çıkmak mümkündü zaten. Maçtan sonra o kulübeden inerken merdivenlerinde ayağım kaydı ve çok kötü düştüm. Buna da şükür tabi. Düştüğüm sırada kafamı da çarpabilirdim. 7-8 metreden düşüp de kazayı bununla atlatmakta önemli bir şans..."


Olacağı buydu be Ömer Abi, geçmişler olsun..

Tamam anladık, futbol senin tutkun, hiçbir ücret talep etmeden nereye çağırıyorlarsa gidip yorumculuk yapıyorsun, seyahatleri de bedavaya getiriyorsun..

Biliyoruz çok da efendi adamsın.

Bunların hepsine eyvallah dedik ama bak başına neler geldi?

Eh be Abi; şu ahir ömründe düzene de bir kere karşı gelseydin..

O kadar servet sahibi adamsın, Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı, Milli Takım'ın Dünya Üçüncülüğü'nü kazandığı tarihi maçlarda görev almış yorumcu olmak gibi de bir titrin de var.

Ne işin var senin derme çatma yayın kulübesinde? Ne olurdu "yorumlamıyorum kardeşim bu maçı" deyip normal trübüne geçsen?

Hatta kendini aşsan ne olurdu, şu kıytırık maçı terkedip otelde alem yapmaya gitsen?

Şu bloklar arası bağlantıyı kendi haline bırak, kır zincilerini artık sevgili Ömer Üründül..
Share/Save/Bookmark

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Gala notları



Turkcell Super Lig başladı.

Özlemişiz.

Transfer maceraları, Avrupa kupalarındaki ısınma turları seviyesinde maçlar derken, sezonu tam olarak bu haftasonu itibariyle açtık.

Sivas-Trabzonspor maçı hariç naklen yayınlanan üç maçı seyrettim.

Üç büyükler ve hocaları hakkında ufak notlarla, biz de sezona başlangıcımızı yapalım, Allah utandırmasın..


Galatasaray

İyi bir hoca tarafından çalıştırılan takım, bunun işaretlerini çok geçmeden vermeye başlar. Çok şaşıracaksınız bu sürpriz yoruma şimdi:
Galatasaray'ın iyi bir hocası var.

Frank Rijkaard, oyun anlayışını ve pas futboluna dayalı hücüm organizasyonlarını takıma benimsetmiş. Herkes coşkuyla yeni sisteme uyum sağlamaya çalışıyor ve hocaya saygı duyuyor.

Arda, Aydın gibi gelişime açık oyuncular ilerme sinyali veriyorlar.

Galatasaray'ın Hagi'den beri kanayan yarası duran toplardı, pek gol bulamıyordu Galatasaray ölü toplardan. Bu sezon daha Elano gelmeden duran toplarda gol bulma yüzdesi çarpıcı şekilde yükseldi. Galatasaray'ın bundan önceki hocalarına sitemim olsun, demek çalışarak kolayca çözülecek bir sorunmuş.

Takım savunması da iyi gözüküyor, Sabri ve Gökhan gibi bireysel hata yapmaya müsait oyuncuların varlığına ve Servet-Gökhan tandeminin birbirini tamamlayıcı özelliği olmamasına rağmen, Galatasasaray savunması fazla pozisyon vermiyor ve göbekten de delinmiyor.

Bu kadar pembe tablo çizdik, öte yandan ayakların da yere basması gerekir.
İki hücumcu kanat, bir santrafordan oluşan 4-3-3 sisteminde orta üçlüde oynayan Arda'nın da oyundan düşmesi ile Galatasaray topu rakipten alırken zorlanacak gibi duruyor. Özellikle deplasmanlarda sorun teşkil eder bu durum.

Defanstan topu oyuna sokma konusunda da çok zayıf durumda takım, eldeki oyuncu malzemesi ile bu durumun çalışarak çözülebileceğini sanmıyorum.
Rijkaard'ın oynatmak istediği oyun sisteminin işlemesi yolunda en büyük handikap geriden oyunu kuramamak olacak.
Bu konuda da Haldun Üstünel'in maharetine güveniyoruz diyelim şimdilik.

Fenerbahçe

Christoph Daum'un gelmesiyle geçen sene yaşanan iki büyük problem çözülecek Fenerbahçe'de :

Kondüsyon eksikliği ve hocayla takımın kopuk olmasından kaynaklanan isteksizlik.

Çözülmesı daha zor olan problemler de var tabii ki. Dos Santos ve Güiza ile deplasman performansı iyi olacaktır Fenerbahçe'nin, ancak içerideki ve kendisine karşı gol bulup kapanacak rakiplere karşı olan maçlarda, takım yine Alex'in ayağına bakıyor.

Defansın göbeği çok zayıf görünüyor, Galatasaray gibi hatta Galatasaray'dan daha çok transfere ihtiyacı var bu bölgede Fenerbahçe'nin.
Kapanan takımlara karşı duran toplarda gol arayan bir Lugano/ Luciano tarzı golcü aynı zamanda seri ve hamleli bir stopere ihtiyaç var.

Alamazlarsa, "Bilica transferi hem Fenerbahçe'yi hem Sivas'ı yaktı" gibi yorumları okumamız kuvvetle muhtemel sezon içerisinde.

Beşiktaş

Bence Mustafa Hoca geçen seneki çifte kupadan sonra bırakmak isterken samimi idi.. Daha sonra herhalde kazanacağı büyük parayı ve belki de son kez Şampiyonlar Ligi'nde takım çalıştırma fırsatı olduğunu düşünerek geri döndü.

Çok formsuz başladı sezona, Yusuf ve Bobo'dan kanat adamı yaratmak, Yusuf ve Nihat'ı birbirine alternatif görmek gibi garip kararlar alıyor Mustafa Hoca.

Mustafa Denizli takımları oldum olası gol pozisyona girmek konusunda karambollere, Nobre tipi pivot santraforlara ve yetenekli adamlara muhtaç olmuştur.
Oynatmaya çalıştığı 4-3-3 sisteminde Nobre'den ve takımdaki yetenekli adamlardan verim alabileceğine inanmıyorum.

Tello sol kanat, Holosko sağ kanat hücumcusu; Yusuf da Ernst ve Fink'in önündeki oyun kurucu gibi oynasa yine bir derece tutabilecek bir sistem olur.

Gelin görün ki Ernst ve Fink hariç Beşiktaş'ın orta saha oyuncularının ve Nihat'ın nerde ve hangi görevle oynadıklarını ben izlediğim iki maçta anlayamadım açıkcası..

Şampiyonlar Ligi başlayınca yaşanacak zorlu maç yoğunluğunu da düşünecek olursak sezona en karamsar girişi Beşiktaş yaptı diyebiliriz.
Share/Save/Bookmark

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Büyüklük şartlara bağlı değildir

Sinema tarihinin en güzel dans sahnesi.

Görüldüğü gibi, şayet mayanızda asalet varsa ; herşey kararmışken bile karizmatik olabilirsiniz.

Unutmadan, Al Pacino büyük adamsın..


Share/Save/Bookmark