Fenerbahçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fenerbahçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Aralık 2009 Çarşamba

Büyük beklentiler



"Futbol 90 dakika oynanan ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur..."

İngiltere’nin efsane golcüsü Garry Lineker’in bu sözünü futbolla yakınan ilgilenenler mutlaka duymuşlardır.
Devreyi Fenerbahçe’nin önde bitirmesinden ilham aldım, Turkcell Süper Lig’e ve üç büyüklerin genel görünümüne baktığım zaman, bu söz aklıma geldi.

Biraz açalım..

Avrupa futbolunun fenomenlerinden biri, 70’li yıllarda zirve yapmış olan, hala da etkisini hissettiren Almanya - Hollanda rekabetidir.

Almanların fizik mücadeleyi, kondüsyon üstünlüğünü ön planda tutan, pres sonucu rakipten kapılan toplarla kolayca gol bulan, duran topların önem kazandığı futbol anlayışının karşısında, sahanın her yerinde topa sahip olmayı şiar edinen, ezberlenmiş hücüm organizasyonlarıyla ( Johan Cruyff’un ünlü sözünü hatırlıyalım: “En iyi gol, boş kaleye atılan goldür) gol arayan anlayış, yani Hollanda’nın “Total futbolu”

Ersun Yanal’ın sahneden çekilmesi ile bu sezon “total futbol” oynamaya çalışan tek iddialı ekip Frank Rijkaard’ın Galatasaray’ı olarak gözüküyor.

“Alman futbolu” olarak tasvir ettiğim oyun anlayışının etkisinde kalan takımlar ise Fenerbahçe, Beşiktaş, Bursaspor ve Kayserispor olarak göze çarpıyor.

Bu noktada şampiyonluk yolunda favori gördüğüm Galatasaray ve Fenerbahçe’yi karşılaştırmak isterim. Bu takımları favori görmemin iki sebebi var:

1- Kadro üstünlükleri

Özellikle fiziğe dayalı futbol oynayan takımlarda yoktan pozisyon var edecek, skora katkısı yüksek yaratıcı oyuncuların önemi çok artıyor, bu noktada da Alex rakipsiz. Mustafa Denizli boşuna 10,5 numara diye sayıklamadı sezon öncesi, Yusuf çözümünün geçen seneye özel geçici bir durum olduğunu biliyordu. Fenerbahçe işte bu sebeble diğer üç rakibine göre önde, Galatasaray kadrosunda da marka isimler var..

2- İki takımın sezon başında yaptıkları muhteşem seriden sonra yaşadıkları puan kayıplarının, sezonu erken açmaya dayalı fiziksel çöküşten kaynaklanması.

Galatasaray ve Fenerbahçe devrenin sonuna doğru bir toparlanma yaşadılar ve ilk iki sırada bitirmeyi başardılar ligi.

Avrupa Ligi’nde zirveye oynamadıkları, maç yoğunlukları çok artmadığı sürece bir daha böylesi bir çöküş yaşayıp, şampiyonluk mücadelesinde aralarına Beşiktaş, Bursaspor ve Kayserispor’u alacaklarını sanmıyorum.

İlk iki sırayı kimin alacağını tahmin ettim ancak bu sıralamanın nasıl olacağı yönünde bir tahminde bulunmayacağım..

Gördüğüm artı ve eksileri yazayım, sonucun nasıl olacağına siz karar verin:

1) Defans ve defansif orta saha mevkilerinde Fenerbahçe, hücum gücü olarak da Galatasaray çok üstün. Galatasaray akıl almaz defans hatalarıyla gol yiyor, Fenerbahçe de Alex’in kötü oynadığı maçlarda gol bulmakta çok zorlanıyor.

2) Fikstür avantajı Fenerbahçe’de. Galatasaray’a göre daha zorlu deplasmanları atlatmasına karşın, bir puan da öndeler. Galatasaray evinde aldığı üç beraberliği arayabilir. Derbinin Ali Sami Yen’de olduğunu da not düşelim.

Öte yandan iki senedir fikstür avantajı da önemini kaybetti, takımlar kolay farz edilen maçlarda puan kayıpları yaşıyorlar.

3) Bu sezon içerisinde meyvelerini alabilir mi bilemiyorum.. Sabır gösterildiği takdirde Frank Rijkaard’ın Galatasarayı, Daum’un Fenerbahçesi’ne göre gelişime daha açık.

Christoph Daum gerçekçi, Türkiye Ligi’nde yönettiği takımı her zaman kafaya oynatacak bir hocadır. Öte yandan, kariyerini analiz edince unutmamamız gereken birşey daha var :

Üç sezon boyunca inşa ettiği, Rıdvan Dilmen’in her zaman iç geçirerek andığı Aureliolu, Anelkalı, Tuncaylı kadroya oynattığı futbol da çok matah değildi, kayda değer bir Avrupa başarısı da olmadı.

Frank Rijkaard’ın üç sezon sonra oynatacağı futbolu öngörebilir miyiz peki?

Galatasaraylıları heveslendirmemek için bu konuda birşey yazmıyorum, Nietzsche’nin dediği gibi “umut kötülüklerin en kötüsüdür”.

Herkese sağlıklı, mutlu, güzel futbol seyredebileceği seneler dilerim...
Share/Save/Bookmark

25 Kasım 2009 Çarşamba

Sil baştan



13. hafta oynanan Süper Lig maçları sonrası, Roma’nın ünlü senatörü Marcus Tullius Cicero’nun şu sözü aklıma takıldı.

”Hayat yokuşunu tırmanırken rastladığınız insanlara iyi davranın; inişte yine onlara rastlayacaksınız..”

Galatasaray ve Fenerbahçe’nin sezon başlangıcında lige koydukları ambargo sona erdi. Beşiktaş başta olmak üzere, Bursaspor ve Kayseri gibi zirve yarışına yepyeni ortaklar var artık..

Galatasaray ve Fenerbahçe’nin sezonu erken açarak elde ettikleri üstün form durumunun, Beşiktaş’ın da kötü başlangıcının abartılı bir ilüzyon olduğunu tahmin edenler için, hiç sürpriz bir durum değil bu yeni puan tablosu.

13. Hafta’da öne çıkanlar ise şunlardı:

1) Galatasaray’ın “savaşan orta saha açılımı” hükümetin açılımından bile çabuk iflas etti.

Son yazımızda endişe ettiğimiz gibi, Galatasaray orta sahasına pres yapıp direnç gösteren bir takımı bu yapısı ile geçemedi. (“30 yıl önceki yazılarına referans veren Çetin Altan havalarında eski yazılarından bahsedip duruyorsun, cin olmadan adam çarpma” dediğinizi duyar gibi oluyorum, kırmayın hevesimi)

Elano beğenilmese de Galatasaray orta sahası geriden top çıkartmak için ona veya Arda’ya mecbur.

“Savaşan orta saha oyuncuları” sorumluluktan kaçıyor, defans oyuncularının ise yetenekleri kısıtlı. Sonuç olarak Galatasaray bu şablonuyla topu kendi sahasında geveleyip duruyor, prese karşı da oyun kurmakta zorlanıyor.

Topu ileriye çabuk aktarabildiği durumlarda ise kötü oynasa da kolayca pozisyon bulma kapasitesine sahip. Bu nedenledir ki Manisa maçının özetlerini seyreden biri Galatasaray bu maçta çok etkili oynadı zannedebilir.

2) Galatasaray, topu rakip alanda tutmak için mücadeleci bir santrafora da ihtiyaç duyuyor bu sistemde. Baros’un yokluğunda Nonda’nın fizik gücü bu misyon için yetersiz kalıyor.

Bu noktada mevcut kadro içerisinde bir çözüm aramak gerekir:

Abdulkadir Keita santrafor olarak denenebilir.
Çok kuvvetli, yüzünü kaleye kolayca dönebilen, seri bir oyuncu Keita. Son vuruşları yetersiz kalacaktır ancak onun yıpratacağı defansı Kewell, Arda, Elano gibi isimlerin çökertmesi zor olmayacaktır.

3) Beşiktaş, Fenerbahçe’yi rahat yendi. Galibiyetin sebeblerinden bahsederken siyah beyazlıların orta sahadaki dirençli ve basan futbolundan, İbrahim Üzülmez’in formundan dem vuruldu.

Bunlara itirazım yok, ancak yine de bana göre maçın kilidi Alex’e uygulanan adam markajı idi.

Modern futbolda adam markajının yeri yok. Markaj uygulayan takımlar, rakibin farklı varyasyonları sonucunda muhakkak pozisyon verirler.
Öte yandan Fenerbahçe’nin hücum gücü Alex’e öylesine bağlı ki, Mustafa Denizli’yi markaj kararından dolayı eleştiremiyorum.

Şimdi de genel bir tespit..

Umarım Beşiktaş camiası ve taraftarı bu maçın skorundan ve şu anki puan tablosundan gerekli dersi çıkarırlar.

Beşiktaş ve Trabzon taraftarları bu ligin genelde Galatasaray ve Fenerbahçe dominasyonunda geçeceğini kabullenmeliler ve ona göre davranmalılar.

Sürekli bir başarı beklentisi ile kendi takımlarına zarar veriyorlar. Yarattıkları stres ortamı yüzünden, Beşiktaş ve Trabzon evlerinde olmadık sonuçlar alıyor.

Ersun Yanal kalsaydı Trabzon şimdi daha kötü durumda mı olurdu?
Sezon başında daha tam hazır olmayan, geçen sezonun iki kupalı takımını protesto eden Beşiktaş seyircisi şimdi şampiyonluk şarkılarına başlarken, birazcık olsun mahçubiyet duymayacak mı?
Share/Save/Bookmark

3 Kasım 2009 Salı

Yaralı Aslan



Spor kamuoyu Ercan Saatçi ve Metin Özülkü’nün Fenerbahçe TV’de yayınlanan bir programın çekimleri esnasında ettiği küfürlerin ayukka çıkması ile çalkalanıyor.

Malum konuşmanın, küfür konusundan müşteki olduğunu iddia eden Aziz Yıldırım yönetimindeki Fenerbahçe TV’de cereyan etmesi, hoş bir “tesadüf” olmuştur.

Ercan Saatçi’nin “özür yazısı” ile Fenerbahçe Spor Kulubü’nün konu ile ilgili basın açıklaması, konunun vahametini geçiştirmeye yönelik eylemler olarak göze çarpıyor.

Günümüz Türkiyesinde başı her sıkışanın, her gündem değiştirmek isteyenin sığındığı tek bir kale var : “Mağduriyet”

Fenerbahçe tarafından resmi sitede dillendirilen iddiaya göre, daha önce Fenerbahçe taraftarının arasına karışarak küfür eden, sahaya yabancı madde atan, Fenerbahçe yönetimini istifaya davet eden (Fenerbahçe yöneticilerinin beyanıdır), Diyarbakırspor taraftarının arasına karışıp Fenerbahçe futbol takımını taşlayan Galatasaray taraftarı (bu da Diyarbakırspor Başkanı’nın beyanıdır), şimdi de espiyonaj yeteneklerini had safhaya ulaştırarak FB TV’ye de sızmıştır ve bu kaydı yayınlatmışlardır.

Eskiler ne güzel söylemiş : ”Zarfa değil mazrufa bak”.

Bu kayıdın nasıl yayıldığının ne önemi var?

Kameralar, kameramanlar, mikrofonlar ve yönetmenin olduğu bir ortamda yapılan bir konuşmanın, “mahremiyet” sınırları dahilinde olduğu iddiası ile tuvalete saklanmış gizli bir kamera varmışçasına mağduriyet çığlıkları atmak da neyin nesi?

Korkarım ki yakın bir gelecekte; Rüştü Rençber’in tesislerde dövülmesi, Feridun Niğdelioğlu, Engin Verel vs. gibi gazetecilerin darp edilme olaylarının Galatasaraylılar tarafından gerçekleştirilmiş olduğu söylenecektir.

Fenerbahçe Spor Kulübü, soğuk savaş döneminin diktatöryalarında görülen böylesi kara propaganda, dezenformasyon, yaşanan her olumsuzluğu “düşman” a bağlamak gibi ilkel davranış biçimlerini uygulamaktan vazgeçmelidir.

Fenerbahçe Kulübü, böylesi ağır bir küfür olayını, kayıtsız ve şartsız lanetlemelidir.

Bu olaya tepki göstermesi gereken bir diğer grup da yazı ahlakına, meslek etiğine sahip yazılı ve görsel medya mensuplarıdır. Türk basının amiral gemisi olan Hürriyet Gazetesi bünyesinde de bu meselesinin büyük rahatsızlık yarattığından şüphem yok.

Bu yaşananların lige de etkisi olacaktır :

Fenerbahçe maçındaki mücadeleden uzak futboluyla Kadıköy deplasman galibiyetine hasret taraftarını küstüren, Baros ve Keita gibi yeri doldurulmaz isimlerini önemli bir süre için kaybeden Galatasaray Futbol Takımı, bu hafta alınan sonuçlardan sonra puan farkının üçe düşmesiyle yaralarını sarmaya başladı.

Bu küfür meselesi de camiada bir birlik duygusu uyandırarak, reaksiyondan kaynaklanan bir sinerji yarattı.
Çok sevdiği “Yaralı Aslan” motivasyonunu yakalamak, Galatasaray için şampiyonluk mücadelesinde önemli bir psikolojik avantaj sağlayacaktır.
Share/Save/Bookmark

20 Ekim 2009 Salı

Dalgalandım da duruldum


Öncelikle bir duyuru, futbol yazılarımı bundan sonra ekolay portalında da paylaşacağım. Birinci yazının linki burda

Takımlarımızın form durumları sezon içerisinde değişkenlik gösterse de basınımızın hakkını teslim etmemiz gerekir: Her zaman formdalar...
Çarpıcı manşetler atılıyor, köşe yazarlarının kalemlerinden kan damlıyor, yorumcular ekranlarda esip gürlüyorlar.

Bu sürekli formda kalma durumunun bir de yan etkisi var..

Türk spor basınının arşivlerine şöyle bir göz atacak olursanız, özellikle de büyük takımlarımız hakkında sezon içerisinde yapılan çelişkili yorumlara rastlamanız kaçınılmaz.

Evet, Türk halkı unutkandır..

Tamam, herşeyi abartmayı seven, duygusal, ifratla tefrit arasında ışık hızında seyahat edebilme kapasitesine sahip olan bir toplumuz, ona da kabul..

Yine de birazcık insaf edin sevgili basın mensupları.

Çok değil, 1 ay önce "Dahi" "Türk futbolunun üstüne doğan bir güneş" "Futbol devrimcisi" gibi sıfatlarla selamladığınız teknik adamları, bir iki kötü sonuç sonrası "kompleksli" "inatçı ve futbolu bilmeyen" "korkak" "bilmemne köylüsü, kılığı kıyafeti dökülen şaklaban" ilan etmeden önce, "Yıldızlar Topluluğu" olarak lanse ettiğiniz takımları "Ruhsuzlar Ordusu" olarak yerin dibine batırmadan önce bir soluklanın..

Size kötü bir haberim var:

O dilinizden düşürmediğiniz ve sayfalarca tartıştığınız çift önliberolar, tek forvetler, tabelaya sandığınız kadar etki etmiyor.

Futbolun taktik yanı ve sistemler muhakkak ki önemli, ancak futbolda hatta tüm takım sporlarında, bir gerçeğin önüne geçmek imkansız:

Takımların form durumu, sezon içerisinde birbirini takip eden çan eğrilerini andırır bir şekilde değişkenlik gösterir.

Bu gerçeği kabullenirsek şayet, sezonu 15 Temmuzda açan Galatasaray'ın, Ekim başında Ankara deplasmanında 70. dakikada yürüyecek halinin kalmadığını farkedebiliriz.

Bunu farkedersek ne mi olur?

Kısa süre önce "uzay sistemi" olarak nitelendirdiğimiz Frank Rijkaard'ın 4-3-3'ü için
"B planı yok, haliyle Hikmet Karaman da çözdü sistemi" demeyiz mesela.
Böylece kendimizi rezil etmemiş, okuyucularımıza da saygısızlık yapmamış oluruz.

Aynı şekilde, sezonu Galatasaray'dan iki hafta sonra açmış Fenerbahçe'nin fizik kondüsyon seviyesinin, ne tesadüftür ki Galatasaray'ın tökezlemesinden tam iki hafta sonra düşüşe geçtiğini farkederiz.

Bu durumun, oyunu 70. dakikaya kadar gümbürtüye getirdikten sonra, takımının üstün fizik gücüyle oyundan düşürdüğü rakibini sürklase etmesine yönelik bir oyun planı olan Christoph Daum için ne kadar büyük bir sıkıntı olduğunu kabul ederek, oyuncu değişikliklerini eleştirmekten daha derin yorumlar yapabiliriz.

Takımların sezon boyunca fizik gücü seviyelerindeki değişiklikler ve bu değişikliklerin basındaki sansasyonel yansımalarını araştıracak bir bilimsel çalışmanın çok ses getireceğine inanıyorum..
Share/Save/Bookmark

28 Eylül 2009 Pazartesi

Ne bu şiddet bu celal?



Bu akşam puan kaybından çok, Galatasaray taraftarının maçın son 20 dakikasındaki ruh haline içerledim.

Tribün oyundan koptu, kapalının büyük bir çoğunlugu stres içerisinde başta Sabri ve Mehmet Topal olmak üzere, önüne gelene sövüp saymaya başladı.

Maçtan sonra ise eski açıktakiler, Eskişehir taraftarının uzerine doğru hücum etti.

Ne oluyoruz arkadaşlar?

7 haftada 19 puan inanılmaz derecede iyi bir sonuçtur.

Anormal olan Eskişehirspor karşısında puan kaybı yaşamak değildir.

Asıl anormal olan; Fenerbahçe'nin oynadığı durgun futbola karşın 7'de 7 yapmış olmasıdır.

Yine de, bu durumun Galatasaray taraftarı üzerinde bu kadar stres yaratmış olacağını tahmin etmezdim.

Oynanan futbola veteknik heyete daha büyük bir güven duyulacağını düşünmüştüm.

Benzeri bir stres durumu Fenerbahçe taraftarında da var.

Kazım'a gösterilen, Güiza'ya da ilk fırsatta gösterilecek olan tepki söz konusu stresin işareti.
Fenerbahçe taraftarının en azından kötü gözüken bir futbol oynanması, Avrupa'da kendi sahalarında yenilgi alınması gibi elle tutulur gerekçeleri var sinirlenmek için.

Bu sezon, iki ezeli rakibin şampiyonluk mücadelesi vereceği ortada, bol bol psikolojik savaş metodları da kullanilacak.

Sinirleri sağlam olan taraf da bu mücadeleden galip çıkacak.

Galatasaray taraftarı bu noktada hiç de iyi bir sınav vermedi.

Sinir ve stres duygularıyla gidilen Kadıköy deplasmanlarının nasıl sonuç verdiğini de hepimiz biliyoruz.

Tek tesellim bahsettiğim ruh halinin, şimdilik takıma yansımamış olması..

Galatasaray taraftarı silkenelip kendine gelmeyecekse, tüm stresini Sturm Graz maçında kussun, ceza alalım ve Kadıköy öncesi Dinamo Bükreş maçını seyircisiz oynayalım.

İnanın daha sağlıklı olur..
Share/Save/Bookmark

14 Eylül 2009 Pazartesi

Makus talih



5. haftadan kısa notlar :

1- Galatasaray Beşiktaş maçını izleyen Galatasaraylılar her ne kadar skordan memnun olsalar da maçın gidişatının bilinçaltlarına yaptığı çağrışımdan pek hoşlanmadılar.
Tüm yaşananlar, Galatasaray'ın 10 senedir kaybettiği Kadıköy deplasmanlarını fena halde çağrıştırıyordu.

2- Maçtaki ilk Galatasaray pozisyonunun gol olması, maçın kopma noktası olan 2. golün abuk-sabuk tabir edeceğimiz bir şekilde atılması gibi olaylar Galatasaray'ın 10 senelik Kadıköy sendromunun özeti gibiydi.

3- Beşiktaş'ın da Galatasaray'a karşı benzer bir makus talih sendromu yaşadığı açık. Galatasaray'ın iç sahada 12 senede 11 galibiyet aldığı başka bir Süper Lig temsilcisi olduğunu zannetmiyorum.

4- Şansı, kısmeti bir kenara koyup bir de futbol gerçeğinden bahsedelim:

Galatasaray gol bulma konusunda çok korkutucu bir takım haline geldi. Galatasaray yorgun, yıpranmış çıktığı ve etkili oynamadığı bir maçta kolayca üç gol buldu, Kewell'in ilk yarıda girdiği iki pozisyon da cabası.

5- Bir hitabet sanatı olan "öfke", ünvanlarına bir yenisini ekleyerek, bir futbol stratejisi halini aldı.
Fatih Terim'in bilindik taktiğini Christoph Daum daha da sistematik bir şekilde kullanacakmış gibi gözüküyor.
Fenerbahçe özellikle deplasmanda oynadığı maçların ilk yarılarında yarattığı sinir harbi ile oyunu futbol olmaktan çıkarıp, ikinci yarılarda da üstün fizik gücü ile maçı kopartmayı bir taktik olarak bellemiş durumda..

6- Ligin gidişatından en çok memnun olan kurum Türkiye Futbol Federasyonu olsa gerek. Tam yayın ihalesi öncesi Galatasaray ve Fenerbahçe'nin kıyasıya çekiştiği, bol gerilimli, yıldızların oyuna ağırlığını koyduğu bir lig, yeme de yanında yat.

7- Bülent Uygun'un düşüşü çok hazin olacak herhalde. Kötü gidişata gerekçe olarak, hazırlık kampında güçlü takımlarla yapılan maçların oyunculara özgüven bunalımı yaşattığını söylemiş. O öyle değildir Bülent Hoca, oyuncularının tüm özgüvenini sen çekmişsindir, mıknatıs gibi..
Share/Save/Bookmark

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Gala notları



Turkcell Super Lig başladı.

Özlemişiz.

Transfer maceraları, Avrupa kupalarındaki ısınma turları seviyesinde maçlar derken, sezonu tam olarak bu haftasonu itibariyle açtık.

Sivas-Trabzonspor maçı hariç naklen yayınlanan üç maçı seyrettim.

Üç büyükler ve hocaları hakkında ufak notlarla, biz de sezona başlangıcımızı yapalım, Allah utandırmasın..


Galatasaray

İyi bir hoca tarafından çalıştırılan takım, bunun işaretlerini çok geçmeden vermeye başlar. Çok şaşıracaksınız bu sürpriz yoruma şimdi:
Galatasaray'ın iyi bir hocası var.

Frank Rijkaard, oyun anlayışını ve pas futboluna dayalı hücüm organizasyonlarını takıma benimsetmiş. Herkes coşkuyla yeni sisteme uyum sağlamaya çalışıyor ve hocaya saygı duyuyor.

Arda, Aydın gibi gelişime açık oyuncular ilerme sinyali veriyorlar.

Galatasaray'ın Hagi'den beri kanayan yarası duran toplardı, pek gol bulamıyordu Galatasaray ölü toplardan. Bu sezon daha Elano gelmeden duran toplarda gol bulma yüzdesi çarpıcı şekilde yükseldi. Galatasaray'ın bundan önceki hocalarına sitemim olsun, demek çalışarak kolayca çözülecek bir sorunmuş.

Takım savunması da iyi gözüküyor, Sabri ve Gökhan gibi bireysel hata yapmaya müsait oyuncuların varlığına ve Servet-Gökhan tandeminin birbirini tamamlayıcı özelliği olmamasına rağmen, Galatasasaray savunması fazla pozisyon vermiyor ve göbekten de delinmiyor.

Bu kadar pembe tablo çizdik, öte yandan ayakların da yere basması gerekir.
İki hücumcu kanat, bir santrafordan oluşan 4-3-3 sisteminde orta üçlüde oynayan Arda'nın da oyundan düşmesi ile Galatasaray topu rakipten alırken zorlanacak gibi duruyor. Özellikle deplasmanlarda sorun teşkil eder bu durum.

Defanstan topu oyuna sokma konusunda da çok zayıf durumda takım, eldeki oyuncu malzemesi ile bu durumun çalışarak çözülebileceğini sanmıyorum.
Rijkaard'ın oynatmak istediği oyun sisteminin işlemesi yolunda en büyük handikap geriden oyunu kuramamak olacak.
Bu konuda da Haldun Üstünel'in maharetine güveniyoruz diyelim şimdilik.

Fenerbahçe

Christoph Daum'un gelmesiyle geçen sene yaşanan iki büyük problem çözülecek Fenerbahçe'de :

Kondüsyon eksikliği ve hocayla takımın kopuk olmasından kaynaklanan isteksizlik.

Çözülmesı daha zor olan problemler de var tabii ki. Dos Santos ve Güiza ile deplasman performansı iyi olacaktır Fenerbahçe'nin, ancak içerideki ve kendisine karşı gol bulup kapanacak rakiplere karşı olan maçlarda, takım yine Alex'in ayağına bakıyor.

Defansın göbeği çok zayıf görünüyor, Galatasaray gibi hatta Galatasaray'dan daha çok transfere ihtiyacı var bu bölgede Fenerbahçe'nin.
Kapanan takımlara karşı duran toplarda gol arayan bir Lugano/ Luciano tarzı golcü aynı zamanda seri ve hamleli bir stopere ihtiyaç var.

Alamazlarsa, "Bilica transferi hem Fenerbahçe'yi hem Sivas'ı yaktı" gibi yorumları okumamız kuvvetle muhtemel sezon içerisinde.

Beşiktaş

Bence Mustafa Hoca geçen seneki çifte kupadan sonra bırakmak isterken samimi idi.. Daha sonra herhalde kazanacağı büyük parayı ve belki de son kez Şampiyonlar Ligi'nde takım çalıştırma fırsatı olduğunu düşünerek geri döndü.

Çok formsuz başladı sezona, Yusuf ve Bobo'dan kanat adamı yaratmak, Yusuf ve Nihat'ı birbirine alternatif görmek gibi garip kararlar alıyor Mustafa Hoca.

Mustafa Denizli takımları oldum olası gol pozisyona girmek konusunda karambollere, Nobre tipi pivot santraforlara ve yetenekli adamlara muhtaç olmuştur.
Oynatmaya çalıştığı 4-3-3 sisteminde Nobre'den ve takımdaki yetenekli adamlardan verim alabileceğine inanmıyorum.

Tello sol kanat, Holosko sağ kanat hücumcusu; Yusuf da Ernst ve Fink'in önündeki oyun kurucu gibi oynasa yine bir derece tutabilecek bir sistem olur.

Gelin görün ki Ernst ve Fink hariç Beşiktaş'ın orta saha oyuncularının ve Nihat'ın nerde ve hangi görevle oynadıklarını ben izlediğim iki maçta anlayamadım açıkcası..

Şampiyonlar Ligi başlayınca yaşanacak zorlu maç yoğunluğunu da düşünecek olursak sezona en karamsar girişi Beşiktaş yaptı diyebiliriz.
Share/Save/Bookmark

21 Mayıs 2009 Perşembe

Bir casusun not defteri



1- Kadıköy Stadı'na ilk kez "serdengeçti" pozisyonunda balık istifi gibi değil, medeni bir şekilde girdim, kale arkasından değil, cepheden maç izledim. Güzel stad, şık stad. Maraton alttaydım, sağ -sol beklerde veya açıklarda oynayıp da protesto edilen oyuncular adına üzüldüm, etkilenmemek mümkün değil. Şu maçta bile Mesut Özil'e sarmaya çalışan bir kitle vardı, Ümit Özat, Uğur Boral ne yapsın?


2- Sıkıcı geçmesinden korkuyordum, yanıldım. Maç güzeldi. Mircea Lucescu, İstanbul'a hakkında yapılan tüm yorumları boşa çıkartmak için geri dönmüş gibiydi


Defansif futbol oynatır demişlerdi, Werder Bremen'e karşı üstün, baskıcı bir oyun oynadı Shaktar Donetsk.


Kısa vadeli çözümlerin hocasıdır, sistem hocası değildir demişlerdi.
Gözümüzle gördük beş yılda yarattığı takımı: Rakibe boş alan bırakmayan, kapandığı zaman pozisyon vermeyen, ısrarla kanatlardan hücüm eden, diagonal paslarla sık sık kanat değiştiren bir takım. Sağlı sollu kroşelerle rakibi abandone edip, kendi gardını da hiç düşürmeyen bir boksör gibi.

Hakederek bir galibiyet aldılar, kutlu olsun.


3- Fatih Hoca için zor zamanlar. Önce tekne kazası (büyük geçmiş olsun) şimdi de "adamcağızın" UEFA Kupası' nı kazanması.


4- 2009 yılı delikanlı hooliganizm ödülü, bugün stadta bulunan bir kısım Fenerbahçe taraftarına gitti. Hadi "Bu sene zaten hiç sahada yoktular, biz alıştık sahada olmayan takıma tezahürat yapmaya " diye düşündünüz, sahada bulunmayan takımınıza tezahürat yaptınız uluslararası bir organizasyonda. Bunu anladık diyelim.

Olay çıkartmak için fırsat kollayıp, Galatasaray kaşkollu bir çocuğa 20 kişi üstüne çullanarak meydan dayağı atmak ne demek?


5- Kişisel bir istatistikle bugün bize ayrılan sürenin sonuna gelelim sevgili seyirciler.
Bu canlı izlediğim üçüncü Avrupa Kupası finali. Üçünü de desteklediğim takımlar kazandı. Umarım en kısa zamanda beşinci kupayı görür, yıldızımı takarım.

Share/Save/Bookmark

13 Mayıs 2009 Çarşamba

27



Fortis Türkiye Kupası Beşiktaş'ın tebrikler..


Fenerbahçe trübünlerinin pankartı güzeldi, Necip Fazıl'a selam olsun :


Ne hasta bekler sabahı

Ne taze ölüyü mezar

Ne de şeytan bir günahı

Kupayı beklediğim kadar


3 sene sonraki finalde yine Necip Fazıl Kısakürek'ten esinlenebilirler:



TAM OTUZ YIL

Tam otuz yıldır saatim işlemiş ben durmuşum;

Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum...



Share/Save/Bookmark

14 Nisan 2009 Salı

İkili delilik



Benim çocukluğumda Fenerbahçe acıların takımı idi. Şampiyonluk rekabeti genelde Galatasaray ve Beşiktaş arasında geçer, gerilim de sınırlı olurdu.

Beşiktaş'ın sahneden çekilip, Fenerbahçe'nin güçlenmesi ile Galatasaray- Fenerbahçe rekabeti, tarihi boyutunun yanında güncel çekişmelerin de tetiklemesiyle zıvanadan çıkma noktasına geldi.

Dün oynanan karşılaşma, iki takımın simbiyotik yapısının bir trajedi olarak sahneye konmuş hali gibiydi. Beraberliğin iki takıma da hiçbir faydası olmamasına rağmen nelere şahit olduk bir bakalım :

Fenerbahçe'nin maçın başından sonuna kadar vakit geçirmeye çalışması, Galatasaray'ın ikinci yarı oyundan düşmesine karşın risk almaması, son dakikada Nonda'nın oyuna girmesi skandalı, üçüncü oyuncu değişikliğinin kullanılmaması.


Demek ki her iki takım için de birbirinin gerisine düşmek, şampiyonluğu kaçırmaktan daha ağır bir durum olarak görülüyor. Hocaların bu korkak yaklaşımının başka bir açıklaması olamaz.


Son dakikada yaşanan kavga ise, neden Ali Sami Yen harici hiçbir maçta kırmızı kart görmediğine anlam veremediğim Lugano'nun psikopatlığı bir yana, hem böyle kötü bir maçı, hem de iki takım için geçen berbat bir sezonu özetler nitelikteydi. Tabiri caizse sıvanmış oldu.


Peki nedir takımları bu hale düşüren faktörler? Ben iki ana faktör üzerinde duruyorum :


1- Euro 2008 faktörü


Türk mucizesi, 2-0dan dönen, 119'da gol yenip 120'de gol atılan harika maçlar derken çok keyifli bir futbol yazı geçirdik.
Öte yandan, bu kadar gerilimin, Amerikalı kondüsyonerlerin yüklemelerinin acısı sonradan çıktı. Euro 2008 kadrosunda olup da futbolunda bu sezon ilerleme göstermiş hiçbir oyuncu yok. Sakatlık yaşamamış oyuncu da yok.

Bu durumdan en çok milli takım etkilendi, büyük ihtimalle gidemeyeceğiz Dünya Kupası'na.

Diğer kurbanlar da milli takıma en çok oyuncu veren Galatasaray ve Fenerbahçe oldu.


2- Hoca faktörü


Galatasaray, son yılların en kaliteli kadrosunu kurmuştu.
Fenerbahçe'nin de kadrosu yanlış takviyeler nedeniyle harcanan para oranında güçlenmese de ligde bu durumda olmayı gerektirecek zayıflıkta değil.

Luis Aragones, Türkiye'ye, Türkiye Ligi'nin yapısına uyum sağlamadı, sağlamak niyetinde de değildi zaten. Her hali ile son bir emeklilik ikramiyesi peşinde koştuğunu hissetiriyor.

Michael Skibbe, Galatasaray'ın kondüsyon olarak yerlerde sürünmesinin başlıca sorumlusudur. ( Bu durumun bir diğer sorumlusunun kimsenin toz konduramadığı Cevat Hoca olduğunu atlamayalım)

Alman hocanın bu kadar çok yıldızın ve yıldız adayının olduğu bir takımı yönetecek karizmada olmadığını, vasat bir araştırma ile tespit etmek de mümkündü. Biz yine de kendisine çok güzel performans gösterilen Avrupa maçları ve toplanan takım puanları için teşekkür edelim.

Son olarak büyük kaptan Bülent Korkmaz..
Takımın hocası olmak yerine takım içerisindeki etkili grubun abisi olmayı tercih ettiğini, Lincoln meselesini defalarca yazdık, bunlara tekrar girmeyelim. Sadece şunu ekleyelim :

Galatasaray camiası, oynattığı "temkinli" futbol yüzünden Lucescu gibi bir futbol üstadını benimseyemedi.

Bülent Kormaz'ın oyunculuk kariyerinin sağladığı kredi, Lucescu'nun acemi ve yaratıcı olmayan bir kopyası görüntüsüyle görevde kalmasına yetmeyecektir.


Share/Save/Bookmark

7 Nisan 2009 Salı

Lutfen alıcınızın ayarı ile oynamayın



Bazı hedefleri başarmaya çalışırken yaşanan süreç ona ulaşma anından daha zevklidir.


Karşı cinsten beğendiğiniz birini kovalarken yaşanılan mücadele süreci bu durumun bir örnegidir bazen, iş hayatında bir hedefe ulaşmak için gösterilen çaba da.


Uğrunda uykuların kaçtığı, fedakarlıkların yapıldığı hedef kimi zaman nankördür, kimi zaman göz açıp kapayana kadar geçer, kimi zaman ise kurulan hayal varılan noktadan daha tatlı olduğu için, hayal kırıklığı ile sonuçlanır.


Galatasaray- Fenerbahçe maçlarının olduğu haftada da bu kural işler. Maç doksan dakikadır, o dakikalar su gibi akıp geçer.

Maçı beklemekle geçen süre ise arızalı taraftarlarda sonsuzluk hissi uyandırır, gece ve gündüz rüyalarında sadece maç yaşanır.


Bu hissiyatı Galatasaraylı veya Fenerli olmayanlar, bir de futbolla alakaları Nike reklamlarından ibaret olanlar anlayamaz. Onlardan ricam şu:

Çevrenizdeki futbol aşıklarına bu hafta hoşgörülü yaklaşın, başka herhangi bir konuda konsantrasyon beklentisi içerisinde olmayın onlardan. Alıcılarınızın ayarı ile de oynamayın.


Kaybedenin havlu atacağı, bu sefer ilginç şekilde beraberlik halinde iki tarafın da nakavt olacağı büyük maçın haftası, tüm Galatasaray ve Fenerlilere kutlu olsun.


Tadını çıkarmaya bakın, gelecek hafta çok daha renksiz olacak.

Share/Save/Bookmark

4 Mart 2009 Çarşamba

Gol olur



Nüvit Candaner; Yalan Rüzgarı dizisinin Victor'unu ve Ratatouille filmindeki skinner karaterini seslendirmesini yapmasının yanı sıra Türk futbolunda da mümtaz bir yere sahip.

Fenerbahçe stadında "Gooool" anonsunu hatırlayanınız var mı?


Peki , gol diye bağırırken geri çekildiği için sahayı görmediği, bu sebeble sayılmayan ofsayt golü fark etmeyip; maç endirekt serbest vuruşla başlamasına rağmen gol diye bağırmaya devam ettiği maçı hatırlar mısınız?


Share/Save/Bookmark