Ergenekon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ergenekon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Temmuz 2009 Perşembe

Vay ayı vay



Zamanında "Asabi" diye bir gazete vardı.

Türkücü İbrahim Erkal, oynadığı dizide rol icabı Emine Ün'e havuz başında tokat atması gerektiğinde, kendini rolüne aşırı kaptırıp, kızcağızın havuza düşerek baygınlık geçirmesine sebep olmuştu. Asabi gazetesi de Erkal için yazının başlığını uygun görmüştü.


Emre Aköz'ün bugünkü yazısını okuyunca o başlık geldi aklıma nedense.
"Savcının dediği mezhep hangisi? " başlıklı, aynı zamanda bir Türkçe şaheseri olan yazının bir kısmı da aşağıda :


"Konuyu 'içeriden' bilen Gündel, yüksek yargının, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından uzun yıllardır sistemli biçimde siyasallaştırıldığını söyledi.Gündel, Yavuz Baydar'a bazı kararların mezhepsel kaygılarla da alındığını belirtti.Gerçekten de yüksek yargı kadroları belli bir mezhepten hukukçuların hâkimiyetinde mi?Nüfusun yüzde 15'ini oluşturan bir mezhep üyelerinin, yüksek yargıdaki koltukların diyelim ki yüzde 50'sine oturmaları normal mi?Hele hele, bu mezhepten vatandaşlar, istisnalar haricinde, kitlesel olarak CHP'yi destekliyorsa... Darbe amaçlı cumhuriyet mitinglerinde aktif olarak yer aldılarsa... Ergenekon'un hükümetin uydurması olduğu propagandasını yapıyorlarsa... Zihinler karışmaz mı?

Not: "Sol kesim niye Ergenekon davasına uzak duruyor" diye soranlar, olayı bu açıdan da düşündü mü? "


Yazarımıza göre memlekette derhal bir din/mezhep sayımı yapılmalı ve yüksek yargıdaki koltuklar bu oranlar ölçüsünde dağıtılmalıdır.
Ayrıca "darbe amaçlı miting" diye bir kavram vardır. Bu mitinglerde tek cam kırılmamış, kimsenin burnu kanamamış olsa da söz konusu mitingler darbe amaçlıdır. Zaten demokrasilerde miting diye bir kavram yoktur.


Haklısınız, gazetelerde yazan her türlü saçmalığı buraya taşıyacak olsam bütün gün blog yazmam gerekir..

Öte yandan, bu yazıyı yazan şahıs ve benzerlerinin liberalizm gibi saygın bir düşünceyi savunduklarını iddia etmeleri kanıma dokunuyor.

Liberalizm, böylesi dangalaklara bırakılmayacak kadar önemli ve gereklidir bu ülke için.


Ak Parti, %47lik şeçim zaferi sonrası bu ülkede sağlam bir demokrasi yerleşmesi adına çaba göstermeye niyeti olmadığını açıkça ortaya koydu.
1982 Anayası'nın bürokrasiye tanıdğı imtiyazları kaldırmak yerine, o imtiyazların üzerine büyük bir keyifle oturmak istediklerini gizlemiyor Ak Parti yöneticileri ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül.

Bu durumun gerekçelerini kısaca özetleyelim:

Devletin tüm kademelerinde, kendi "camia" ları dışında bir tane atama yapmadılar..

Kendilerine sert (silahsız olanları kastediyorum) muhalefet eden unsurları hapise gönderip, daha üsturuplu gidenleri vergi yoluyla cezalandırdılar.

Gerçek bir liberal demokrat partinin yapması gerektiği gibi devleti ekonomiden süratle çekeceklerine, kendi zenginlerini ve medyalarını yarattılar.
Demokrasimizin en büyük eksiği olan "Siyasal Partiler Kanunu" değişikliği hakkında en ufak bir adım atmadılar. Ak Parti içerisinde demokratik bir ortamdan söz etmek de mümkün değil. Tayyip Erdoğan ne derse o oluyor.


Bu şartlar altında ülkedeki samimi liberaller, böylesi bir rövanşizmin suç ortağı olmamak için Ak Parti'den desteklerini çektiler.
Zaten liberalizmin ruhunda hükümet dahil herhangi bir kuvvet unsuruna angaje olmak yoktur. Bireylerin her zaman devlet tarafından kısıtlanmaya mahkum haklarını korumak esastır.

Maalesef söz konusu samimi liberallerin sayısı çok azmış ki ortalık yukarıda örneği görülen hokkabazlardan geçirmiyor.

Hele ki bu güne kadar bir tane kesinleşmiş karar çıkmamış olan Ergenekon davasında, masumiyet karinesini es geçerek sanıklar aleyhine yaptıkları kara propaganda inanilmaz boyutlarda.


Şu sıralar Türkiye'de sivil ve çağdaş bir demokrasi kurulmasının önündeki en büyük engel; liberal olduğunu iddia ederek, yaptıkları ajitasyonlarla milleti aptal yerine koymaya çalışan çapsızlardır.


Başlığa neden Emine Ün fotoğrafı mı koydum?
Ne yani, yazının ana fikrini oluşturan şahsiyetlerden birinin sıfatını mı tercih ederdiniz?

Share/Save/Bookmark

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Oynar mısın benimle?



Türkiye ekonomisi ilk çeyrekte %13 küçüldü. Cumhuriyet tarihinin rekoru, korkunç bir rakam.

Bu gelişme ışığında, yerel seçimlerde düşüş trendine giren Ak Parti'nin iktidarını kaybetmek üzere olduğu söylenebilir, siyaset biliminin gereği budur.


Şu anda 2011 genel seçimlerinde (kimine göre de 2012 seçimleri anayasal tartışma sürüyor) üç partinin barajı aşacağı kesin gibi, AKP, CHP ve MHP.

Dördüncü bir partinin de barajı aşması büyük ihtimal. Ama bu hangi parti olacak, o kısım belirsiz.

Adaylar Saadet Partisi, Demokrat Parti, Türkiye Partisi ( Abdüllatif Şener'in partisi).
Demokrat Parti ile Türkiye Partisi birleşebilir. Bir de Mustafa Sarıgül'ün parti kuracağından söz ediliyor.
Meclise girecek parti sayısı çok önemli, zira AK Parti'nin tek başına iktidarını kaybedip kaybetmeyeceğini belirleyecek.
Ak Parti'nin akıbetinin ne olacağının yanıtını, seçimlere nasıl bir konjonktür altında girileceğini analiz ederek verebiliriz. Şayet seçimler Temmuz 2011'de yani olağan zamanında ve de ılıman bir siyasi havada gerçekleştirilirse, ekonomi oy oranlarında mutlak belirleyici faktör olacaktır.
Bu noktada Mecliste dört veya beş parti görebiliriz, DP'nin başındaki liderin halkla bütünleşmesi ve Numan Kurtuluş ile Mustafa Sarıgül'ün performanslarına bağlı olarak.
Yukardaki senaryonun aksine, benim tahminim bugünkü siyasi kriz ortamının artarak devam edeceği yönünde, hatta seçimlerin zamanından önce yapılma ihtimalini bile kayda değer buluyorum.
Bu durumda TSK'yi derdest etme operasyonunun sonuna geldiği savıyla AK Parti, muhafazakar seçmenden birleşmesini isteyecek, böylece Saadet Partisi'ne veya Abdüllatif Şener'in partisine oy kaybetmeyecektir.
Yerel seçimlerde Saadet seçmeninin, İstanbul'u CHP'ye kaptırma ihtimalini ortadan kaldırmak için ilçesinde ve İl Genel Meclisi'nde Sp'yi, Büyükşehir Belediyesi için ise Kadir Topbaş'ı desteklediğini unutmayalım.

Uzun lafın kısası, ekonomi alaşağı gittiği sürece, hükümet ve yakın çevresinden TSK'ya yönelik tahrikler artacak, asker ve bürokrasi kışkırtılarak mücadele ortamına çekilmeye çalışılacaktır. Bu başarıldığı takdirde de AK Parti'nin en çok tercih ettiği, icraatlardan başka herşeyin tartışıldığı bir ortamda, kamplaşmış ve gergin bir toplumla girilecek seçimlerde AK Parti %35-40 bandından aşağı düşmeyecektir.


İlker Başbuğ'un geçen haftaki basın toplantısından sonra Albay Dursun Çiçek'in tutuklanması, TSK'ya açık bir meydan okumadır.
Şayet İlker Başbuğ, bu meydan okumaya yukarıdaki analizle aynı görüşü paylaşıyorsa, sağduyulu, ılıman bir yanıt verebilir.

Yine de unutmamak gerekir ki Türk Silahlı Kuvvetleri gibi bir yapının başında olduğunuz zaman, siyasi kaygıları çok fazla gözeterek davranmanın büyük bir riski vardır.
Nedir bu risk?
Başında olduğunuz kurum içerisinde meşruiyeti kaybetmek.

Son gelişmeler sonrası "aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık" konumuna düşmüş olan olan İlker Başbuğ'un yerinde olmak istemezdim.
not: Yazı yazıldıktan bir saat sonra yaşanan gelişme, Başbuğ'u rahatlattılar biraz..
"Tutuklamaya yapılan itirazı değerlendiren Nöbetçi 14. Ağır Ceza Mahkemesi,Deniz Kurma Albay Dursun Çiçek'in tahliye edilmesine karar verdi. Bu arada, İstanbul Adalet Komisyonu Başkanlığı, Beşiktaş'ta bulunan 14. Ağır Ceza Mahkemesinin bir üyesinin izinli olması nedeniyle hakim Faik Saban'ı, bu mahkemede hafta başından itibaren geçici üye olarak görevlendirdi "

Share/Save/Bookmark

19 Haziran 2009 Cuma

Nasıl bir psikolojik savaş bu?



Havaların ısınması, keyifsizlik, alkol tüketiminin artması derken yazıları aksattık, eksikliğini hisseden varsa affola.


Yazıları aksatmamızda gündem boşluğunun da etkisi var muhakkak.


Sonuna geldiğimiz hafta gündem biraz hareketlenir gibi oldu :

Haftanın en önemli hadisesi, hükümet ve Fethullah Gülen cemaatini bitirme planlarının yazılı olduğu iddia edilen "belge" olayı idi.


"Darbeye elbette karşıyız, böyle birşey varsa sorumlular cezalandırılmalı, belgenin doğruluğu araştırılmalı, ordu gözbebeğimizdir, Türkiye'ye demokasi ne zaman gelecek, cuntalara hayır"


Yukardaki beylik cümlelerle dolu onlarca klişe yazı çıktı gazetelerde..

Yazarları da hoşgörmek gerekir, konu sıkıntısı çekiyorlar..Kalemlerin hemen hepsinin de dokunamayacağı bam telleri var. Bu şartlar altında da hiçbirşey söylemeden konunun etrafında dolanıp duruyorlar şekil 5'te görüldüğü üzere.


Biz lafı geveleyip uzatmadan fikrimizi direkt olarak söyleyelim.


Söz konusu belge gerçek de olsa, sahte de olsa farketmez: Olay, Taraf gazetesi eliyle yürütülen psikolojik bir savaştır.

Bu belge karşısında veryansın edenlerde samimi bir demokrasi kaygısı olsa, yapılması gereken belgeyi basına sızdırmak değildir.
Olayı gizlice soruşturmak, sorumluları cezalandırmak, gerekirse de komuta kademesinin istifasını istemektir.


Tayyip Erdoğan ile İlker Başbuğ'un görüşmesinin olumlu sonuçlanması, sonra da AK Parti'nin savcılığa başvurması gibi manevralar ise yalancı pehlivanlıktan ibarettir.


Kamuoyu nezdinde Silahlı Kuvvetler'e karşı yürütülen psikolojik savaşın zamanlaması da dikkat çekici.

Zira sonbaharda AK Parti'ye açılması muhtemel kapatma davasının dedikodusu iyice ayukka çıktı.

O davadan önce bürokrasiye karşı bir baskın taaruz ile mevzi kazanma çabasına girmiş olabilirler.


Peki başarılı olacaklar mı?

Militer mantığa uzak biri olarak, askerin hakkını verdiğim bir yönü vardır :

Psikolojik savaşı iyi bilirler.


O yüzden, Silahlı Kuvvetler içerisinde hükümet ve cemaat karşıtlığını radikal düzeyde yaşayanların, şu anda kendilerine karşı yürütülen psikolojik savaş karşısında kahkahalarla güldüklerini düşünüyorum.


Neden mi?


İki sebepten..


1- İçlerinde darbe yapma veya muhtıra verme heveslisi olanlar varsa, en sevdikleri ortam oluşmuş durumdadır.

Darbeler tarihine bakarsanız, hemen hepsinde müdahele öncesi darbe söylentileri, türlü dezenformasyonlar eşliğinde uzun süre tartışılmıştır.


"Şuyuu vukuundan beterdir" sözü darbe ortamı yaratmak için fazlasıyla geçerlidir.


2- Silahlı Kuvvetler gibi kapalı devre yaşayan topluluklarda, kendilerine yönelik bir saldırı olduğu hissi uyanırsa, tüm görüş ayrılıkları unutulur ve sıkıca kenetlenilir.


Bir kediyi duvara sıkıştırır ama tamamen etkisiz hale getirmezseniz sizi tırmalar.


Elinde tüfek olan birini köşeye sıkıştırırsanız şayet, en iyi ihtimalle kafanıza dipçikle vurur.


İran'daki gelişmelerin de Türkiye'ye yansımaması imkansız.


Yaz boyunca konu sıkıntısını fazla çekmeyeceğiz gibi gözüküyor.

Share/Save/Bookmark

14 Nisan 2009 Salı

Son gözaltı



Ergenekon, devlet içerisinde yapılanan illegal bir örgütlenmeyi bahane ederek AKP hükümetini, ondan önemlisi Fethullah Gülen cemaatini rahatsız etmiş tüm unsurları sindirme operasyonu olarak istikrarla devam ediyor.


Cemaate açıkça muhalefet etmiş herkes alındı, şimdi sıra onların eğitim kurumlarına rakip sayılacak "Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği" "Baba Beni Okula Gönder" gibi oluşumlara geldi.


Şöyle bir düşündüm, galiba bir tek Hakan Şükür'ü milli takımdan uzaklaştırarak cemaati üzmüş Ersun Yanal kaldı gözaltına alınmayan.


Kendisine tavsiyem Katar, Azerbaycan vs ayırt etmeden gelecek ilk teklifte kapağı yurt dışına atmasıdır.

Share/Save/Bookmark

1 Nisan 2009 Çarşamba

Canavar



Nietzsche " Her kim canavarlarla savaşırsa, kendisi de canavarlaşmamaya dikkat etmelidir" derken insanoğlunun en büyük çelişkilerinden birine dikkat çekiyordu.


Martin Luther King'ın "Bir kölenin en çok istediği şey, zannedildiği gibi özgür olmak değil, bir köle sahibi olmaktır" tespiti de bu ruh haline örnektir.


Bu sözler, Akdeniz Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Mustafa Akaydın'ın Chp'den Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesi üzerine aklıma geldi.


Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, rektörlük seçiminde en çok oyu almasına rağmen Akaydın'ı atamamıştı rektörlüğe.


Hangi Abdullah Gül?


Millet iradesine rağmen, çeşitli manevralarla Cumhurbaşkanı seçilmesine engel olunmasına veryansın eden Abdullah Gül.


Tıpkı şiir okuduğu için cezaevinde yatan Tayyip Erdoğan'ın, güç eline geçince gazetecilerin, yazarların cezaevine gönderilmesini desteklediği gibi.


1982 Anayası'nın abuk imtiyazlarına tepki olarak göreve millet tarafından getirilenler, o imtiyazları büyük bir keyifle kullanmaya başladıkları zaman, düşüşün başladığını farketmişti onları tarihin kürsüsünden seyredenler.


Şimdi güç sarhoşluğundan miyop olanların bu kaçınılmaz düşüşün başladığını görebilmeleri için somut veriler de var elde.


Titreyip kendilerine gelebilecekler mi acaba?

Share/Save/Bookmark

6 Mart 2009 Cuma

Vadideki gül



Kriz mağdurlarından Kurtlar Vadisi Pusu dizisi, 3 ay sonra sevenleriyle buluştu, çok da çarpıcı bir giriş yaptı.


Bölümün ilk sahnesinde, "Köşk" tarafından çağırılan Polat Alemdar, tavırları ve yukarda gördüğünüz üzere, tipiyle Abdullah Gül'e benzeyen karakterle görüşmeye gider. Bu görüşmede Cumhurbaşkanı, dizide Ergenekon'u temsil eden örgütlenmenin başı olarak gösterilen İskender Büyük ile Polat'ı barıştırmak ister. İskender Büyük'ün devlete yaptığı hizmetlerin altı çizilir "devletin başı" tarafından.


Gerçekçiliği ile, Ergenekon iddianamesine ilham kaynağı olduğu iddia edilen bir dizi Kurtlar Vadisi. O yüzden palavra deyip geçmeden, bu sahnenin amacını düşünelim.

Senaristlerin bu hamlesi iki şekilde yorumlanabilir:


1) Benim de öngörmüş olduğum gibi, Ergenekon soruşturmasında, devlet tarafından frene basıldığı mesajı veriliyor.


2) Abdullah Gül'ü de derin devletin güdümüne girmiş göstermeleri suretiyle, Zat-ı Şahane 1. Recep Tayyip Erdoğan öne çıkarılıyor senaristler tarafından.


Erdoğan demişken, madem Kurtlar Vadisi'nde bir devlet büyüğü resmedilecekti, bu Başbakan olmalıydı. Polat Alemdar ile yapacakları racon muhabbeti, televizyonculuk tarihine geçer, ratinge rating demezdi..

Share/Save/Bookmark

6 Şubat 2009 Cuma

Halife sefere çıkmadan önce ne yapar?



Tayyip Erdoğan'ın "Osmanlı" açılımı beklediğim yankıyı buldu, kamuoyunda ve dış dünyada. İsrail'den sonra, Amerikan Yahudileri'ne de çattı Başbakan. Bu hamle, topyekün bir politika değişimidir Türkiye Cumhuriyeti için, statükonun sona erip revizyonizmin başlaması anlamına gelir.


Erdoğan, eşşeği sağlam kazığa bağladığını söyledi. Dışarıda belli temaslar içerisine girmiş, onlara güveniyor olabilir, ancak madem Osmanlı ruhuyla hareket ediyor, Osmanlı'yı iyi bilip, onun yönetim kodlarından ders alması gerekir.

Osmanlı, hükümdarları dışarıya bir sefere çıkacakları zaman - ki Tayyip Erdoğan'ın bu politika değişimi modern bir sefer sayılabilir- içerideki bütün sorunları çözerdi, isyan eden eşkiya ile pazarlık edip ayanlık vermek dahil her yöntemi kullanırdı. Milli mücadeleden de örnek alabilir Başbakan; Atatürk Anadoludaki çatlak sesleri kesene kadar Yunan ordusuna karşı savunma taktiği uyguladı, Büyük Taaruz başlayana kadar Ankara' yı terk etmedi.


Kısacası, Tayyip Erdoğan'ın İsrail'e, dolasıyla Amerika'ya rest çekmesinden sonra, içerideki dinamiklerle (başta ordu olmak üzere) çatışma lüksü kalmadı. Davos dönüşü iki kere Atatürk'e atıf yapması sürpriz değil, Hurşit Tolon'un GATA' da tedavi görüntüsü altında sessiz sedasız tahliye olması da.


Bu saatten sonra Ergenekon olayında büyük bir gelişme beklemiyorum, yavaş yavaş unutulacaktır.


Share/Save/Bookmark