Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Büyüklük şartlara bağlı değildir

Sinema tarihinin en güzel dans sahnesi.

Görüldüğü gibi, şayet mayanızda asalet varsa ; herşey kararmışken bile karizmatik olabilirsiniz.

Unutmadan, Al Pacino büyük adamsın..


Share/Save/Bookmark

8 Nisan 2009 Çarşamba

Terör



Festival kapsamında gösterilen Alman yapımı "Baader Meinhof Komplex" filmine gittim.

Tamamen gerçek bir hikaye anlatıldığı için spoiler kaygısı taşımadan biraz konusundan bahsedebilirim sizlere.


Baader-Meinhof Grubu (Andreas Baader ve Ulrike Meinhof örgütün liderleridir) veya Rote Armee Fraktion ( Kızıl Ordu Fraksiyonu) radikal sol görüşlü bir örgüttür.
RAF, II. Dünya Savaşı sonrasında Batı Almanya'nın en etkin sol örgütüydü ve kendini şehir gerillası olarak tanımlıyordu.


Filmde örgütün kuruluşu, yükselişi, Filistin kurtuluş Örgütü ile ilişkileri, eylemleri ve tasfiyesi anlatılıyor. Çok sürükleyici ve gerçek hikayeye bağlı bir anlatım tarzı var.


Söz konusu örgüt en çok, arta kalan son dördü aynı gece olmak üzere elebaşlarının tümünün cezaevinde ölmesi ile tanınır. Filmde bu ölümlerin intihar mi infaz mi olduğu konusundaki tartışmalara girilmiyor.


Masum insanların canını alan kişilerin kahramanlaştırılmaması da dikkat çekiyor.

Sağ görüşlü katilleri lanetleyip, sol görüşlü katillerin arkasından 30 yıldır ağıtlar yakan Türk entelijansiyasına selam olsun..


Netice olarak filmi çok beğendim.

Kazanan filmi izlememiş olmakla beraber, son yıllarda bu kalitede bir Holywood filmi görmediğim için, yabancı film Oscar ödülünü nasıl alamadığına hayret ettim.




Filmden sonra arkadaşlarla terörist eylemlerin nafile bir çaba olup olmadığı hususunu tartıştık.


Bence kesinlikle nafile değildir, mücadele ettiği devletleri hata yapmaları için tahrik eder terör örgütleri.

Devletler de bu oyuna gelirler genelde, teröristle terör kullanarak mücadele ederler.

Bu mücadele kapsamında kendi vatandaşlarına baskı uygulayarak saygınlık kaybederler.

Bundan başka da bir sürü değişik stratejik hata yaparlar.


Örnek mi arıyorsunuz?


İsrail' in FKÖ ile mücadele etmek amacıyla HAMAS gibi bir Frankestein yaratması.


George W. Bush'un terörle mücadele etme adına yaptığı salaklıklar.


Velhasılkelam terörizm olmasa idi, Barack Hüseyin Obama ülkemizi geleceği parlak (parlak dediysem en fazla Dış İşleri Bakanı olurdu 10 sene sonra) bir senatör olarak ziyaret ediyordu.


Şimdi ise tüm tabuları yıkarak Başkan oldu.

Sistem de bunu Amerika'nın dünyadaki mahvolmuş imajını düzeltmek adına kabullendi.


Dertlerine yansın Neo-Conlar..

Share/Save/Bookmark

9 Mart 2009 Pazartesi

Yaşamak ağaç gibi tek ve hür



Slumdog Millionaire filmi ile Hindistan, dünya gündemine oturmuş durumda.
Filmi anlatıp izlememiş olanların canını sıkmayacağım.. Anlatmak istediğim, filmin bana düşündürdüğü başka şeyler var:

Hindistan, Pakistan, Cezayir, Güney Afrika gibi, uzun yıllar Batılı devletlerin sömürgesi olduktan sonra bağımsızlığını kazanmış ülkelerdeki halkların davranış biçimleri her zaman ilgimi çekmiştir.

Madem güncel, Hindistanı ele alalım :

Hemen hemen hepsi İngilizce konuşan; fakir kalmış yığınlar, öte yandan, bilişim sektöründe ve matematikte dünyanın sayılı beyinlerini yetiştirmiş bir elit kesim. Kriket oynayıp, direksiyonu sağa yerleştirilmiş arabalarını kullanan, sömürgecisine karşı bir aşk- nefret ilişkisi geliştirmiş, şizofrenik özellikler gösteren, kafası karışık bir kitle.
Antik çağlarda ,piramitlerin "uzaylılar" tarafından yerleştirildiği iddia edilir; yapının teknolojisi ile o dönemki medeniyetin uyumsuzluk gösterdiği fikrinden yola çıkılarak.
Bu iddialar deli saçması mıdır bilemem.. Bildiğim tek şey, Batılı sömürgeciler tarafından empoze edilen medeniyet, böylesi bir kan uyuşmazlığı yaratmış Hindistan'ın bünyesinde. O halde hiçbir ironiye çok şaşırmamak lazım: Hintli diplomatın kaleme alıp, "Who wants to be a Millionaire?" yarışması ekseninde Hindistan varoşlarının sefilliğini anlattığı; İngiliz yönetmenin de senaryolaştırdığı film, "Oscar" töreninde ödülleri sildi süpürdü. Kutlu olsun..

Şahsiyetine önem verenler için, bağımsızlık en büyük haslettir. Hepinizin hayatında veya çevresinde muhakkak yaşanmıştır : Bir insan tökezleyip, desteğe muhtaç duruma düştüğü zaman, en yakın bildiklerinin bile ona yaklaşımı değişir. Milletler için de aynı kural geçerlidir, düşenin, bu sebeble de bağımsızlığından ödün verenin dostu olmaz, patronu olur.

Türkiye Cumhuriyeti, bu gerçeğin bilincine sahip bir lider, Mustafa Kemal tarafından kuruldu. Bu noktada hayatından bazı kesitleri ele alalım :

Babası ölmüş, annesi de maddi sebeblerle ikinci bir evlilik yapmış bir genç adam olan Mustafa Kemal, bu durumdan hoşlanmaz. Artık evinin hakimi olamayacaktır, evden taşınır.

İlerleyen yıllarda, bir asker olarak, kendisinden daha yeteneksiz olmasına karşın sarayla kurduğu akrabalık bağı sayesinde sürekli yükselen rakibi tarafından tehdit görülüp dışlandıkça; kendi dışında gelişen olaylar yüzünden haksızlığa uğramanın ne demek olduğunu öğrenir.

Kimi belgesel eşrafı, bu tecrübelerin onu yalnızlığa ittiğini iddia eder. Bana göre ise kayıtsız şartsız bağımsızlığı savunan bir liderin sağlam karakterinin yapı taşlarını oluşturmuştur bu kişisel tecrübeler.

Kayıtsız şartsız bağımsızlığı nasıl mı savunmuştur Mustafa Kemal?

Kurtuluş mücadelesinin başında, yola çıktığı arkadaşlarının çoğunluğu "Amerikan himayesini" tek çıkar yol olarak görmektedir. Mustafa Kemal Paşa'nın cevabı nettir:

"Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz"

Kurtuluş Savaşı'nda sadece bir savunma muharebesi (1. İnönü) kazanıldıktan sonra Londra Konferası toplanmıştır. Mustafa Kemal meşru bir hükümete sahip değildir henüz, isyancı pozisyonundadır, ordusunu da doyurmakta zorluk çekmektedir. Muhatapları ise Dünya Savaşı'nı kazanmış ülkelerdir. Dış İşleri Bakanı Bekir Sami bu konferans boyunca, ekonomik imtiyazlar vererek, İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ile ayrı ayrı antlaşmalar imzalar.Mustafa Kemal bu antlaşmaları kabul etmektense savaşa devam edecek, Bekir Sami'yi de görevden alacaktır. Savaştan sonra kurmayı düşündüğü devletin ekonomik bağımsızlığı da pazarlık konusu değildir. "Çocuğu veren Allah rızkını da verir" mantığı ile verilecek tavizlerle yarı-bağımsız bir ülke kurulacağına, savaşa devam edilir. Ne de olsa karakter de, dik duruş da, vizyon da zor zamanlarda ispat edildiği zaman değerlidir.

Türkler tarih boyunca 15 devlet batırmış olsalar da, İran ve Tayland milletleri ile beraber, Batı harici dünyada sömürge olmamış üç milletten biridir.

Bunu da en çok 16. devleti kuran o "Yalnız Adam" 'a borçlu.
Selam olsun..

Share/Save/Bookmark

13 Şubat 2009 Cuma

Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz



Changeling'i izledim bugün. Clint Eastwood üstadın yönetmenliğini çok beğenirim. Başrolde Angelina Jolie, yardımcı karakter de John Malkovich olunca, güzel bir film olacağını tahmin ediyordum. Tahminimden öte derecede beğenmiş olarak çıktım sinemadan.

Konuyu fazla anlatmayayım, sadece birkaç not yazayım.

1) Etkileyicilik açısından "Mystic River" seviyesinde diyebilirim.

2) Şekil 5'te göründüğü gibi 1930lar imajı ile Angelina'nın güzelliği ve karizması tavan yapmış.

3) Filmin mesajını iyi okumak gerekir : Otoritelerin aşırı yetki kullanma konusundaki hoyratlığı ve bu hoyratlığa karşı vatandaşın elindeki kozların, hukuk ve kararlı bir sivil direniş olması.
Gün gelir benim yalnız ve güzel ülkemde de bu değerlere samimi olarak sahip çıkılır, iklim değişir Akdeniz olur mu, ne dersiniz?

4) Filmi şiddetle tavsiye ederken, bir de uyarıda bulunayım; filmde baştan sonra iç karartıcı ve gerilimli bir atmosfer var. Bu da yönetmenin ve oyunculuğun başarılı olduğunun kanıtı değil mi zaten?

Share/Save/Bookmark