30 Ocak 2009 Cuma

ultrAslan Tayyip Erdoğan



Salı günku Galatasaray- Sivas maçında İsrail'e ve İsrailli oyuncu Balili'ye, kapalı tribünde tayfa tabir ettiğimiz, (liderlerinin ultrAslan'i yönetmekte olduğu) kesim tepki gösterip üstüne üstlük ultraslan.com adresinde konuyla ilgili yapılan, özrü kabahatinden büyük açıklamada, uluslararası siyaset alanına taşılınca, konuyla ilgili bir yazı yazmak hazırlığındaydım ki dünkü Davos bombası patladı..


Önce bir genel çerçeveye bakalım. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı olan bir ülke, dedesi de Roma İmparatorluğu diyebiliriz. Dünyayı 200 sene yöneten bir süper güçten , 220 sene boyunca toprak kaybedip, iflas ederek dağılan bir devlete dönüşmenin kitlelerin bilinçaltında büyük bir etkisi var.

Türkiye Cumhuriyeti' ni kuran anlayış, bu travmayı yok sayarak, halı altına süpürerek çözmeyi tercih etti, hele Osmanlı İmparatorluğu' nun Ortadoğu ile olan tüm bağına karşı reddi miras anlayışı içerisinde oldu. Bunda, Arapların 1. Dünya Savaşı'ndaki ihaneti de etkendir : Türk askeri aç biilaç, perişan, Hz. Muhammed'in türbesini İngilizler'e karşı savunmaya çalışırken, Bedevi çeteleri öldürdükleri Mehmetçiklerin altın dişlerini sökmekle meşgul oluyorlardı.


Başbakan' ın dış politikada en güvendiği isim, Prof. Ahmet Davutoğlu. "Stratejik Derinlik" kitabında, Cumhuriyet'in unuttuğu Osmanlı mirasına sahip çıkıp, merkez devlet olarak kültürel mirası paylaşan çevre ülkelere etki etmesi gerektiğini savunur. 7 senedir de Türk Dış politikasında bu anlayış hakim oldu. 1 Mart tezkeresi , İsrail konusunda her geçen gün Filistin lehine tavır koyan çıkışlar, bu durumun göstergesi.

Bu siyaset doğrudur veya yanlıştır daha uzun bir tartışma konusu ama dün yaşanan olay sonrası bir durum tespiti yapalım:


1) Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, kendisine yeterli saygıyı göstermeyen devlet başkanına da toplantı yöneticisine de tepki göstermekte haklıdır. Öte yandan bu tepkisini soğukkanlılığını koruyarak, şık bir şekilde vermelidir. Madem "kabile reisi değilim, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyım" diyor, tribün lideri gibi davranmamalıdır. Sünepe monşerlikle, devlet adamlığı arasında eminim ki Başbakan'ın da kendini tanımlayıp ona göre davranacağı bir bölge vardır.

Eurovizyon kazanınca bile çıldıran Türk milleti, yukarıda bahsettiğim travma sebebiyle, yurt dışında yaşanılan her başarıya aşırı tepki verir, başbakanın hem de deplasmanda Israil Cumhurbaşkanı' na gider yapması da büyük destek görecektir. Başbakan kısa vadede bu işten karlı cıkar, ancak..


2) Dış politikada bu kadar keskin bir dönüşüm yaşamak hayra alamet değildir. Ekonomik ve askeri olarak Amerika ve İsrail' i gözden çıkaran bir Türkiye'nin istikrarsızlığa sürüklenmemesi, bu politikaları şekillendirenlerin de başının derde girmemesi mümkün gözükmemektedir.


3) Bizim milletin ırkçılık geleneği yoktur. İmparatorluk döneminde sömürge politikası olmadığı için, merkeze bir ırkçılık anlayışı yerleşmemiştir. Fakat, çok çabuk galeyana gelen, vandalizme ve yağmacılığa müsait, patlamaya hazır bir kitle vardır ülkemizde. 6-7 Eylül olaylarını ( Güz Sancısı filmini tavsiye ederim, gerçi Beren Saat çiftetelli oynasa da tavsiye ederim ama konumuz bu değil) ve Apo İtalya' ya sığınmışken olanları unutmayalım. Bu gözler, Fiat marka arabasını, Versace kravatını yakan, İtalya'dan ithal domatesler üzerinde tepinenleri gördü.


İsrail karşıtlığı yapacağım derken, bu kitleyi kışkırtmanın vebali cok ağır olur.


Share/Save/Bookmark

28 Ocak 2009 Çarşamba

Skibbe’nin karizması


Hayata dair herşeyi çözmüş adam, William Shakespeare, “Dünya bir oyun sahnesi, bütün erkek ve kadınlar da yalnızca oyuncular” diye yazarken, Doğu kültüründen mi ilham almış bilinmez.
Bildiğim şu ki, Türkiye’ de herkes bir süperego cenderesi altında. Vasatın egemenliği altındaki toplumun, insaları içinden geldiği gibi değil, “alışıldığı gibi” davranması yönünde müthiş bir baskısı var , özellikle şöhretli insanlar üzerinde..

Neyse Radikal Gazetesi ağızlarını uzatmayıp, sadede gelelim. Michael Skibbe, “alışıldığı gibi” bir figür değil. Mütevazi, nazik, basın mensuplarının arsızlığa varan sorularını bile olgunlukla yanıtlayıp, Galatasaray yönetiminin kendisine yönelik otorite zedeleyici tavırlarına aldırmayan, komplekssiz bir adam.

Galatasaray’ ın bu sezon yıldızlar, yıldız adayları ve papaz olmaya müsait gediklilerden oluşan bir kadrosu var. Bu kadroya, Skibbe karakterinde bir hoca daha uygun olurdu, takımın da kimyası uydu hocayla. Tıpkı geçen seneki Fenerbahçe ile Zico, Real Madrid ile Del Bosque ilişkisi gibi.
Şahsen, oyun anlayışını takımına net şekilde empoze eden hocaları seviyorum. Ersun Yanal, bir takımın başına geçince, kısa sürede o takım Yanal’ın alışık olduğumuz stilinde oynar, bu da kolayca farkedilir. Skibbe’nin de inandığı, pas futboluna dayalı bir anlayışı var ve bunu ısrarla oynatıyor.

Artılarını yazdık, gelelim eksilerine..
Birincisi,Gerets de yapardı aynısını, fikri sabitin her türlüsünden hoşlanmadığım gibi bundan da hoşlanmazdım. Galatasaray, maçların ikinci yarılarına üç yedek oyuncunun ısınmasıyla başlıyor, gidişat ne olursa olsun, bu üç oyuncu giriyor oyuna. Skibbe, ilk yarıda tespit ettikleri doğrultusunda, devre arası yapacağı hamlelere karar veriyor, ve ikinci yarı içerisinde uyguluyor. Rakip, ikinci yarıya taktik değişiklik ile mi başlamış, Galatasaray’da beklenmedik şekilde yorulan, aksayan oyuncular mı varmış, hiç farketmiyor. Girecekler, çıkacaklar, bunların yapacakları önceden belli, maçın gidişatına göre bir esneklik yok, yapay zeka yönetiyormuş gibi oluyor Galatasaray’ı.

İkincisi, Sivas maçları çok güzel örnektir. Galatasaray, teknik oynayan takımlardan çok, dirençli, kapanmasını, kontrataka çıkmasını, ikili mücadele kazanmayı bilen takımlara karşı zorlanıyor. Metalist de böyle bir takımdı, Steaua Bükreş de. Bu zorlanmanın sebebi apaçık ortada : Galatasaray fizik olarak güçlü değil.
Yıldız, koşmayan oyuncu fazlalığından dem vurmasın hiç kimse, Sivas maçlarına Galatasaray fiziki kapasiteleri üst düzeyde oyuncularla çıktı. Demek ki antreman eksikliği var, sezona da ikinci yarıya da güçsüz başladı takım. Geriye düşülen maçları çevirmekte zorlanmasının sebebi de bu Galatasaray’ ın. Kalli veya Terim dönemindeki Galatasaray takımları, hocaların şeytani hamlelerinden ziyade, son dakikaya kadar ayakta kalabildikleri için kolay kolay pes etmezlerdi. Tabii necip basınımıza bakarsanız, Skibbe’nin karizmasi yok, oyuncuları ateşleyemiyor, geriye düşse de Galatasaray, tek forvet, bilmemkaç stoper, çift önliberoyla oynuyor. Sudoku yorumcularını geçelim, Galatasaray yönetimine seslenelim, madem Galatasaray teknik ekibine takviye yapmayı çok seviyorsunuz, bir kondüsyoner getirmeyi, -mesela Giovvani’ yi - düşünmez misiniz ?

Share/Save/Bookmark

Başlarken




Sir Winston Churcill, “kısa sözler iyidir, eski sözler ise en iyisidir” demiş.
Futbol hayat gibidir, her ikisinde de aşırı analizden uzak durmak gerekir. Forumlar, kartelcisinden yandaşına basın, sözlükler, bloglar derken çıfıt çarşısı gibi oldu yazı dünyası. Bu kadar laf kalabalığı içerisinde, kabak gibi ortada duran gerçekleri tespit edebilen o kadar az kalem var ki , “söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil” diyerek, acizane fikirlerimi paylaşmaya karar verdim.
Başta futbol, ilgi alanıma giren herşey ( iç-dış siyaset, tarih, sinema, medya) ile ilgili yazmaya çalışacağım. Bir de yaşam yazarı mı ne diyorlar ona yediğimiz içtiğimizi de anlatırız arada.
Allah utandırmasın..

Share/Save/Bookmark