İlker Başbuğ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İlker Başbuğ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Oynar mısın benimle?



Türkiye ekonomisi ilk çeyrekte %13 küçüldü. Cumhuriyet tarihinin rekoru, korkunç bir rakam.

Bu gelişme ışığında, yerel seçimlerde düşüş trendine giren Ak Parti'nin iktidarını kaybetmek üzere olduğu söylenebilir, siyaset biliminin gereği budur.


Şu anda 2011 genel seçimlerinde (kimine göre de 2012 seçimleri anayasal tartışma sürüyor) üç partinin barajı aşacağı kesin gibi, AKP, CHP ve MHP.

Dördüncü bir partinin de barajı aşması büyük ihtimal. Ama bu hangi parti olacak, o kısım belirsiz.

Adaylar Saadet Partisi, Demokrat Parti, Türkiye Partisi ( Abdüllatif Şener'in partisi).
Demokrat Parti ile Türkiye Partisi birleşebilir. Bir de Mustafa Sarıgül'ün parti kuracağından söz ediliyor.
Meclise girecek parti sayısı çok önemli, zira AK Parti'nin tek başına iktidarını kaybedip kaybetmeyeceğini belirleyecek.
Ak Parti'nin akıbetinin ne olacağının yanıtını, seçimlere nasıl bir konjonktür altında girileceğini analiz ederek verebiliriz. Şayet seçimler Temmuz 2011'de yani olağan zamanında ve de ılıman bir siyasi havada gerçekleştirilirse, ekonomi oy oranlarında mutlak belirleyici faktör olacaktır.
Bu noktada Mecliste dört veya beş parti görebiliriz, DP'nin başındaki liderin halkla bütünleşmesi ve Numan Kurtuluş ile Mustafa Sarıgül'ün performanslarına bağlı olarak.
Yukardaki senaryonun aksine, benim tahminim bugünkü siyasi kriz ortamının artarak devam edeceği yönünde, hatta seçimlerin zamanından önce yapılma ihtimalini bile kayda değer buluyorum.
Bu durumda TSK'yi derdest etme operasyonunun sonuna geldiği savıyla AK Parti, muhafazakar seçmenden birleşmesini isteyecek, böylece Saadet Partisi'ne veya Abdüllatif Şener'in partisine oy kaybetmeyecektir.
Yerel seçimlerde Saadet seçmeninin, İstanbul'u CHP'ye kaptırma ihtimalini ortadan kaldırmak için ilçesinde ve İl Genel Meclisi'nde Sp'yi, Büyükşehir Belediyesi için ise Kadir Topbaş'ı desteklediğini unutmayalım.

Uzun lafın kısası, ekonomi alaşağı gittiği sürece, hükümet ve yakın çevresinden TSK'ya yönelik tahrikler artacak, asker ve bürokrasi kışkırtılarak mücadele ortamına çekilmeye çalışılacaktır. Bu başarıldığı takdirde de AK Parti'nin en çok tercih ettiği, icraatlardan başka herşeyin tartışıldığı bir ortamda, kamplaşmış ve gergin bir toplumla girilecek seçimlerde AK Parti %35-40 bandından aşağı düşmeyecektir.


İlker Başbuğ'un geçen haftaki basın toplantısından sonra Albay Dursun Çiçek'in tutuklanması, TSK'ya açık bir meydan okumadır.
Şayet İlker Başbuğ, bu meydan okumaya yukarıdaki analizle aynı görüşü paylaşıyorsa, sağduyulu, ılıman bir yanıt verebilir.

Yine de unutmamak gerekir ki Türk Silahlı Kuvvetleri gibi bir yapının başında olduğunuz zaman, siyasi kaygıları çok fazla gözeterek davranmanın büyük bir riski vardır.
Nedir bu risk?
Başında olduğunuz kurum içerisinde meşruiyeti kaybetmek.

Son gelişmeler sonrası "aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık" konumuna düşmüş olan olan İlker Başbuğ'un yerinde olmak istemezdim.
not: Yazı yazıldıktan bir saat sonra yaşanan gelişme, Başbuğ'u rahatlattılar biraz..
"Tutuklamaya yapılan itirazı değerlendiren Nöbetçi 14. Ağır Ceza Mahkemesi,Deniz Kurma Albay Dursun Çiçek'in tahliye edilmesine karar verdi. Bu arada, İstanbul Adalet Komisyonu Başkanlığı, Beşiktaş'ta bulunan 14. Ağır Ceza Mahkemesinin bir üyesinin izinli olması nedeniyle hakim Faik Saban'ı, bu mahkemede hafta başından itibaren geçici üye olarak görevlendirdi "

Share/Save/Bookmark

19 Haziran 2009 Cuma

Nasıl bir psikolojik savaş bu?



Havaların ısınması, keyifsizlik, alkol tüketiminin artması derken yazıları aksattık, eksikliğini hisseden varsa affola.


Yazıları aksatmamızda gündem boşluğunun da etkisi var muhakkak.


Sonuna geldiğimiz hafta gündem biraz hareketlenir gibi oldu :

Haftanın en önemli hadisesi, hükümet ve Fethullah Gülen cemaatini bitirme planlarının yazılı olduğu iddia edilen "belge" olayı idi.


"Darbeye elbette karşıyız, böyle birşey varsa sorumlular cezalandırılmalı, belgenin doğruluğu araştırılmalı, ordu gözbebeğimizdir, Türkiye'ye demokasi ne zaman gelecek, cuntalara hayır"


Yukardaki beylik cümlelerle dolu onlarca klişe yazı çıktı gazetelerde..

Yazarları da hoşgörmek gerekir, konu sıkıntısı çekiyorlar..Kalemlerin hemen hepsinin de dokunamayacağı bam telleri var. Bu şartlar altında da hiçbirşey söylemeden konunun etrafında dolanıp duruyorlar şekil 5'te görüldüğü üzere.


Biz lafı geveleyip uzatmadan fikrimizi direkt olarak söyleyelim.


Söz konusu belge gerçek de olsa, sahte de olsa farketmez: Olay, Taraf gazetesi eliyle yürütülen psikolojik bir savaştır.

Bu belge karşısında veryansın edenlerde samimi bir demokrasi kaygısı olsa, yapılması gereken belgeyi basına sızdırmak değildir.
Olayı gizlice soruşturmak, sorumluları cezalandırmak, gerekirse de komuta kademesinin istifasını istemektir.


Tayyip Erdoğan ile İlker Başbuğ'un görüşmesinin olumlu sonuçlanması, sonra da AK Parti'nin savcılığa başvurması gibi manevralar ise yalancı pehlivanlıktan ibarettir.


Kamuoyu nezdinde Silahlı Kuvvetler'e karşı yürütülen psikolojik savaşın zamanlaması da dikkat çekici.

Zira sonbaharda AK Parti'ye açılması muhtemel kapatma davasının dedikodusu iyice ayukka çıktı.

O davadan önce bürokrasiye karşı bir baskın taaruz ile mevzi kazanma çabasına girmiş olabilirler.


Peki başarılı olacaklar mı?

Militer mantığa uzak biri olarak, askerin hakkını verdiğim bir yönü vardır :

Psikolojik savaşı iyi bilirler.


O yüzden, Silahlı Kuvvetler içerisinde hükümet ve cemaat karşıtlığını radikal düzeyde yaşayanların, şu anda kendilerine karşı yürütülen psikolojik savaş karşısında kahkahalarla güldüklerini düşünüyorum.


Neden mi?


İki sebepten..


1- İçlerinde darbe yapma veya muhtıra verme heveslisi olanlar varsa, en sevdikleri ortam oluşmuş durumdadır.

Darbeler tarihine bakarsanız, hemen hepsinde müdahele öncesi darbe söylentileri, türlü dezenformasyonlar eşliğinde uzun süre tartışılmıştır.


"Şuyuu vukuundan beterdir" sözü darbe ortamı yaratmak için fazlasıyla geçerlidir.


2- Silahlı Kuvvetler gibi kapalı devre yaşayan topluluklarda, kendilerine yönelik bir saldırı olduğu hissi uyanırsa, tüm görüş ayrılıkları unutulur ve sıkıca kenetlenilir.


Bir kediyi duvara sıkıştırır ama tamamen etkisiz hale getirmezseniz sizi tırmalar.


Elinde tüfek olan birini köşeye sıkıştırırsanız şayet, en iyi ihtimalle kafanıza dipçikle vurur.


İran'daki gelişmelerin de Türkiye'ye yansımaması imkansız.


Yaz boyunca konu sıkıntısını fazla çekmeyeceğiz gibi gözüküyor.

Share/Save/Bookmark

5 Mayıs 2009 Salı

İsrail'in tepkisinden bana ne?



Napolyon "Dünya tek hükümet olsa, merkezi İstanbul olmalıdır" derken, dünyadaki gelişmeleri anlamak isteyenlerin, Osmanlı coğrafyasında yaşananları iyi analiz etmeleri gerektiğinin bilincindeydi.


200 sene sonra, yine aynı noktadayız. Dünyadaki çatışmaların çoğu ya Osmanlı coğrafyasında ya da o coğrafyanın çevresinde yaşanıyor.


O yüzden dünya meseleleri ile ilgili öngörü yapmaya çalışanlar için Türkiye'de yaşıyor olmak iyi bir firsat.


Biraz beyin jimnastiğine ne dersiniz? Öncelikle son zamanlarda ülkemizde yaşananlardan bir demet :


1- Tayyip Erdoğan, Davos zirvesinde İsrail'i ağır bir dille suçladı. (bkz one minutes vakası)


2- Amerikan Başkanı Barack Obama ilk resmi yurt dışı ülke ziyaretini Türkiye'ye gerçekleştirdi.


3- Yerel seçimlerdeki oy kaybı üzerine kabine revizyonuna gidilirken, Dış İşleri Bakanlığı'na Prof. Ahmet Davutoğlu getirildi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, " Meclis dışından birini Cumhurbaşkanı yapmak Meclis'e hakarettir" diyen Erdoğan, meclis dışından birini bakan yapıp, sözünü yutmayı göze alacak kadar güveniyor Ahmet Davutoğlu'na.


Kendisi ile ilgili Davos yorumunda yazdığımı buraya taşımam gerekir bu noktada :


"Başbakan' ın dış politikada en güvendiği isim, Prof. Ahmet Davutoğlu. "Stratejik Derinlik" kitabında, Cumhuriyet'in unuttuğu Osmanlı mirasına sahip çıkıp, merkez devlet olarak kültürel mirası paylaşan çevre ülkelere etki etmesi gerektiğini savunur. 7 senedir de Türk Dış politikasında bu anlayış hakim oldu. 1 Mart tezkeresi , İsrail konusunda her geçen gün Filistin lehine tavır koyan çıkışlar, bu durumun göstergesi. "


4- Türkiye ile Suriye askeri bir tatbikat gerçekleştirdiler. İsrail bu duruma tepki gösterdi.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Suriye-Türkiye ilişkilerine değinirken bir soru üzerine "'İsrail'in tepkisinden bana ne'" gibi hiç beklenmedik sertlikte bir cevap verdi.

Bundan üç gün önce İsrail basınında "'Türk ordusunu da mı kaybediyoruz?'" sorusu tartışılmıştı.


Bu parametreler ışığında, "İslamcı hükümet muhafazakar akademisyenin önderliğinde İsrail'den uzaklaşıyor" demek yetersiz bir yorum olarak kalıyor. Zira, İsrail'e mesafeli yaklaşım konusunda ülke içerisinde gerekli konsensüs sağlanmış görünüyor, Genelkurmay Başkanı'nın tepkisinden anlaşılacağı üzere.

Tüm bunların üzerine bir de Obama'nın ziyareti ve orda yaşananlar düşünülünce
" Amerika'nın İsrail'i uslandırma projesinin startı Türkiye'de mi verildi?" sorusu kurcalıyor kafamızı..




Share/Save/Bookmark