Futbol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Futbol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ağustos 2010 Cuma

Hıncal Uluç'a cevabımdır



Nazi Almanyası'nın Propaganda Bakanı Doktor Paul Joseph Göebbels'in ünlü sözüdür : "Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması o kadar kolaylaşır”

Hıncal Uluç gibiler için, bu söze ekleme yapmak gerekir : "Yalan ne kadar büyük bir özgüven ve cahil cesaretiyle söylenirse, ve yalancı kendi yalanına inanacak ruh haline geldiyse, tufaya düsenlerın sayısı o kadar artar"

Hıncal Uluç'un kaleminin ustalığına her zaman hayranlık duymuşumdur, bunu asla inkar edemem. Öte yandan, bu usta kalemini kendi egosunun emrine vermiş olmasına da bir o kadar kızmışımdır.

Hıncal Uluç, aklınızın alabileceği her konuda kendine bir saf seçer ve o safı savunmak için her türlü dezenformasyon, manipülasyon ve ajitasyon yöntemini kullanmaktan imtina etmez.

Eğer bir Anglo-Sakson ülkesinde olsaydık, en büyük yeteneği bir konu hakkında kısıtlı bilgisi olanları etkilemek olan Hıncal Uluç mükemmel bir duruşma avukatı olurdu. Avucuna alamayacağı jüri heyeti olmazdı.

Kanıt mı istiyorsunuz?
Futboldan anlamayanların futbol, tiyatrodan anlamayanların tiyatro, siyasetten anlamayanların siyaset konusunda Hıncal Uluç'un söylemlerine dört elle sarılmalarına bakabilirsiniz.

Avukatlığın bir diğer gereği de bir münazaradaki her iki karşıt görüşü de aynı hararetle savunabilmektedir. Bu da Hıncal Uluç'un bir diğer önemli hasletidir.
Kendisi sütununda savunduğu fikirleri, inandığı için yazmaz. Kendi egosuna hizmet eden pozisyonu alır. Örneğin, kendisiyle yemek yiyen yönetici ve teknik direktörlere toz kondurmazken, yüz bulamadıklarına her türlü saldırıda bulunmaktan çekinmez. Bu iki keskin uç arasında hızlıca yatay geçiş yapmaktan da utandığı görülmemiştir.
Rahmetli Özhan Canaydın, en güzel icraatini yapacak ve Hıncal Uluç'un bu çelişkilerini, spor adamlarına aynı kalıp cümlelerle 20 yıldır nasıl saldırdığını bir derleme kitapla ortaya koyacaktı. Ömrü vefa etmedi.

Bayram değil seyran değil, bu kadar zaman sonra bu Hıncal Uluç analizi nerden çıktı diyeceksiniz. Ben de bir Hıncal Uluç mağduru oldum dostlar, ordan çıktı..

Bugün Vatanda çıkan Hıncal Uluç söyleşisi şu cümleyle bitiyordu :

“Maçtan önce tribünlerde “Sonuna kadar Rijkaard” diye bir pankart asıldı.. Ben pankartı kimin ve neden açtırdıklarını biliyorum.. Eğer sevgili dostum Adnan Polat ararsa ona söylerim.”

Söz konusu pankartı bizim arkadaş grubu açtı. Pazartesi karar verdik, Salı günü para topladık, Perşembe de pankartı açtık, twitterda kanıtları bile var sürecin nasıl işlediğinin. Tek amacımız da başta kendisinin çapsız yorumları olmak üzere, Galatasaray Teknik Direktörü'ne yapılan haksız saldırılara karşı tepkimizi göstermek, hocamıza destek olarak Galatasaray'ın büyük bir fırsatı daha tepmesine karşı oldugumuzu ortaya koymaktı.

Keşke Adnan Başkan Hıncal Uluç'a arayıp sorsa da ben de bu pankartı neden açtığımızı öğrensem..
Share/Save/Bookmark

31 Ocak 2010 Pazar

Hazırlık maçı



Galatasaray, eksikler yüzünden büyük bir değişim geçirmek durumda kaldı.

İlk yarıda takımın skor yükünü çeken dörtlünün üçü yok.
Kewell ve Baros sakat, Keita Afrika'dan yarın geliyor.

Elzem olan stoper transferinin yanı sıra, hücuma yapılan Jo ve Giovanni transferleri de bu eksiklerin yerine yapıldılar,şov amaçlı değildi sanılanın aksine.

Sağ ve sol bekler de sakat olunca Galatasaray Denizli maçına bir hazırlık maçına çıkarmış gibi çıktı. Uğur, Caner, Elano, Barış, Giovanni Dos Santos mevkilerini yadırgayan oyuncular olarak göze çarptılar. Maçın son yarım saatinde ise, bir çok mevki değişimine tanıklık ettik.
Uğur sağ bekten sol beke, Caner sol bekten sol açığa, Arda sol açıktan forvet arkasına, Gio Dos Santos ise forvet arkasından santrafor mevkiine transfer oldular.

Tüm bunlardan çıkan sonuç şu :

Frank Rijkaard, rakibin 18 maçta galibiyet alamamasından dolayı Denizlispor'u küçümsemiş..
Maçı bir hazırlık maçı niteliğinde görmüş olabilir, Emre Çolak tercihi de bu yaklaşımın bir kanıtı.

Gelin görün ki futbol, bu tür yaklaşımların genelde cezalandırıldığı bir oyun.
Yeni sistemin getirdiği doğum sancılarıyla Denizlispor'un dirençli oyunu birleşince, telafisi olmayan bir üç puan kaybedebilirdi Galatasaray.

Futbolun bir gerçeği daha var. Şampiyonluk bu tip bıçak sırtı, kötü oynanan maçların kazanılmasıyla gelir.

Yeni Galatasaray'ın gerçek provası Kayseri maçında olacak.
Share/Save/Bookmark

29 Ocak 2010 Cuma

Kısa bir ara



Bu ara blogu çok ihmal ettiğimin farkındayım, anlayışınıza sığınıyorum.

Hayatımda bir takım değişiklikler oldu, tıpkı Galatasaray gibi..

Şu resmin güzelliğine bakar mısınız?
Share/Save/Bookmark

30 Aralık 2009 Çarşamba

Büyük beklentiler



"Futbol 90 dakika oynanan ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur..."

İngiltere’nin efsane golcüsü Garry Lineker’in bu sözünü futbolla yakınan ilgilenenler mutlaka duymuşlardır.
Devreyi Fenerbahçe’nin önde bitirmesinden ilham aldım, Turkcell Süper Lig’e ve üç büyüklerin genel görünümüne baktığım zaman, bu söz aklıma geldi.

Biraz açalım..

Avrupa futbolunun fenomenlerinden biri, 70’li yıllarda zirve yapmış olan, hala da etkisini hissettiren Almanya - Hollanda rekabetidir.

Almanların fizik mücadeleyi, kondüsyon üstünlüğünü ön planda tutan, pres sonucu rakipten kapılan toplarla kolayca gol bulan, duran topların önem kazandığı futbol anlayışının karşısında, sahanın her yerinde topa sahip olmayı şiar edinen, ezberlenmiş hücüm organizasyonlarıyla ( Johan Cruyff’un ünlü sözünü hatırlıyalım: “En iyi gol, boş kaleye atılan goldür) gol arayan anlayış, yani Hollanda’nın “Total futbolu”

Ersun Yanal’ın sahneden çekilmesi ile bu sezon “total futbol” oynamaya çalışan tek iddialı ekip Frank Rijkaard’ın Galatasaray’ı olarak gözüküyor.

“Alman futbolu” olarak tasvir ettiğim oyun anlayışının etkisinde kalan takımlar ise Fenerbahçe, Beşiktaş, Bursaspor ve Kayserispor olarak göze çarpıyor.

Bu noktada şampiyonluk yolunda favori gördüğüm Galatasaray ve Fenerbahçe’yi karşılaştırmak isterim. Bu takımları favori görmemin iki sebebi var:

1- Kadro üstünlükleri

Özellikle fiziğe dayalı futbol oynayan takımlarda yoktan pozisyon var edecek, skora katkısı yüksek yaratıcı oyuncuların önemi çok artıyor, bu noktada da Alex rakipsiz. Mustafa Denizli boşuna 10,5 numara diye sayıklamadı sezon öncesi, Yusuf çözümünün geçen seneye özel geçici bir durum olduğunu biliyordu. Fenerbahçe işte bu sebeble diğer üç rakibine göre önde, Galatasaray kadrosunda da marka isimler var..

2- İki takımın sezon başında yaptıkları muhteşem seriden sonra yaşadıkları puan kayıplarının, sezonu erken açmaya dayalı fiziksel çöküşten kaynaklanması.

Galatasaray ve Fenerbahçe devrenin sonuna doğru bir toparlanma yaşadılar ve ilk iki sırada bitirmeyi başardılar ligi.

Avrupa Ligi’nde zirveye oynamadıkları, maç yoğunlukları çok artmadığı sürece bir daha böylesi bir çöküş yaşayıp, şampiyonluk mücadelesinde aralarına Beşiktaş, Bursaspor ve Kayserispor’u alacaklarını sanmıyorum.

İlk iki sırayı kimin alacağını tahmin ettim ancak bu sıralamanın nasıl olacağı yönünde bir tahminde bulunmayacağım..

Gördüğüm artı ve eksileri yazayım, sonucun nasıl olacağına siz karar verin:

1) Defans ve defansif orta saha mevkilerinde Fenerbahçe, hücum gücü olarak da Galatasaray çok üstün. Galatasaray akıl almaz defans hatalarıyla gol yiyor, Fenerbahçe de Alex’in kötü oynadığı maçlarda gol bulmakta çok zorlanıyor.

2) Fikstür avantajı Fenerbahçe’de. Galatasaray’a göre daha zorlu deplasmanları atlatmasına karşın, bir puan da öndeler. Galatasaray evinde aldığı üç beraberliği arayabilir. Derbinin Ali Sami Yen’de olduğunu da not düşelim.

Öte yandan iki senedir fikstür avantajı da önemini kaybetti, takımlar kolay farz edilen maçlarda puan kayıpları yaşıyorlar.

3) Bu sezon içerisinde meyvelerini alabilir mi bilemiyorum.. Sabır gösterildiği takdirde Frank Rijkaard’ın Galatasarayı, Daum’un Fenerbahçesi’ne göre gelişime daha açık.

Christoph Daum gerçekçi, Türkiye Ligi’nde yönettiği takımı her zaman kafaya oynatacak bir hocadır. Öte yandan, kariyerini analiz edince unutmamamız gereken birşey daha var :

Üç sezon boyunca inşa ettiği, Rıdvan Dilmen’in her zaman iç geçirerek andığı Aureliolu, Anelkalı, Tuncaylı kadroya oynattığı futbol da çok matah değildi, kayda değer bir Avrupa başarısı da olmadı.

Frank Rijkaard’ın üç sezon sonra oynatacağı futbolu öngörebilir miyiz peki?

Galatasaraylıları heveslendirmemek için bu konuda birşey yazmıyorum, Nietzsche’nin dediği gibi “umut kötülüklerin en kötüsüdür”.

Herkese sağlıklı, mutlu, güzel futbol seyredebileceği seneler dilerim...
Share/Save/Bookmark

8 Aralık 2009 Salı

Türkiye vasatlar ülkesidir yeğen



Ligde alınan kötü sonuçlar sonrası Frank Rijkaard futbol kamuoyumuzun kurban etmeye çalıştığı en önemli değer haline geldi.

Hemen her teknik direktörün maruz kaldığı gibi, “sağda bu oynar mı, oyundan şu çıkar mı, çift önlibero, tek forvet” klişeleri ile eleştiriliyor.

Bayanlar, Baylar!
Sayı ile kendinize gelin..

Blog okuyanların çok iyi tanıyacağı borges ile pişti olmamak adına kendisinin bugünkü yazısından alıntılıyorum Frank Rijkaard’ın kariyerini:

“Rijkaard'in ilk sezonunda Galatasaray takimi ile yaptigi 15 mac sonucundaki puan tablosu şu şekildedir:

4. Galatasaray 15 - 9 - 3 - 3 - 30

Barcelona ile ilk sezonunda on üçüncü durumda iken on beş maç sonucunda oluşan puan durumu da bu şekildedir:

13. FC Barcelona 15 - 5 - 5 - 5 - 19 - 20 - (-1) - 20

Rijkaard, Barcelona'ya geldiğinde kulüp bazında çalıştırdığı tek kulüp olan Sparta'yı kulüp tarihinde ilk olmak üzere küme düşürmesi etiketini taşıyordu, o muhteşem Hollanda milli takımıyla yaşadığı 2000 performansı dışında..

Ne ilginçtir ki ikinci kulup takımı kariyerine de yukarıdaki istatistikler ısığında devam etmiş ve kulüp tarihinde ilk defa küme düşürme potasına sokmuştur. Ve fakat bir devre sonucunda o potadan inanılmaz bir seri yakalayarak Valencia'nın ardından ligi ikinci bitirme başarısını gösterebilmiştir. Barcelona Rijkaard öncesi son şampiyonluğunu 1998/99 yılında Van Gaal yönetiminde kazanmıştı. Rijkaard ile 5 yıl aradan sonra La Liga şampiyonluğunu tekrardan kucaklıyordu ikinci yılında.. Kendisinden önce mükemmel bir kadronun devamı niteliğinde bir başarısı olmadan üzerine bir yıl sonra ikinci kez Barcelona'yı şampiyon yapar iken aynı yıl Şampiyonlar Ligi Kupasını 14 yıl aradan sonra Barcelona'ya kazandırıyordu. Çok değil 3-4 yıl önce Mourinho'yu eleyen, onunla kıyaslanan bu adam bugün futbolu bilip bilmediği konu edilebiliyor. İlginç bir milletiz.

Şimdi futbolu bilmeyen bir adam hem teknik direktör ve aynı zamanda futbolcu olarak futbolun en üst noktası olarak kabul edilen Şampiyonlar Ligi'ni kazanan dünyadaki beş insandan birisidir. Barcelona kulübü yıllar sonra şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu görüyor bu teknik adam yönetimi altında.. Futbolculuğuna girseniz kupa galiplerinden UEFA Kupası'na, İtalya şampiyonluğundan Avrupa Şampiyonluğuna ve hatta Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu üç kez almasına kadar gider ki bitmez bu kupalar lakin sizler de utanmazsınız o çok başka.

Futbolu bilmeyen Rijkaard, Barcelona gibi bir kulübu kendi sistemine göre inşa eder iken kulübün tarihinde bir ilki gerçekleştirip devre sonunda küme düşme potasına sokmasına rağmen bugün uzay futbolunu oynayan takım olarak adlandırılan yapının temellerini atabilmiştir..”


Buna ek olarak ben de birkaç olay hatırlatayım..

2002 yılında Rüştü’yü flaş transfer diye lanse eden, Messi, Iniesta gibi çocuk yaştaki yetenekleri yeşertmeye çalışan Rijkaard’ın Barcelonası’nın karşısında, Real Madrid’in 1. Galacticos dönemi vardı. Zidane, Raul, Figo ve Beckhamlı kadronun bileğini kimseler bükemiyordu..

Barcelona tarihinde Santiago Barnebau stadında Real Madrid’i iki kere üst üste yenen tek hocadır Frank Rijkaard. Hem de o Real Madrid’i..

İkinci galibiyetinden sonra (3-0), Real Madrid tribünleri tarafından alkışlanmıştır
Barcelona. İki takımın aralarındaki rekabeti bilenler, (evet futbol kamuoyumuzun çoğunluğunun bu rekabetin detaylarından da pek haberi yoktur) bu olayın futbol tarihinin mihenk taşlarından biri olduğunu akıllarından çıkarmazlar.

Rijkaard’ın futbolu bilmediğini iddia eden ulemalara sormak isterim.

Gelirken bilmiyor muydunuz, Frank Rijkaard-Johan Neeskens projesinin, en az 2 yıllık bir çalışma sonucu ürün vereceğini?

Zahmet edip Barcelona’nın çıkışını araştırmadınız mı?

İlk geldiğinde neden eleştirmediniz, neden “B Planı yok, bir sistem ezberler sürekli onu uygular” demediniz?

Henüz beş ay geçti, çok iyi hatırlıyorum: Ağzı açık ayran budalası gibi alkışlıyordunuz, Rijkaard’ı getiren Galatasaray yönetimini.

Şimdi ise, iki üç puan kaybı sonrası, hocayı fizik olarak sahada biten oyuncuları çıkardı diye eleştiriyorsunuz...

Bu tip içi boş, desteksiz eleştiriler kıraathanelerde de yapılıyor, kanaat önderlerinin çapı bu kadar olan toplumdan başka ne beklenir ki?

Türk televizyon tarihinde kalite açısından devrim yaratan bir dizi var, ismi Ezel.

Ezel’in Ramiz Dayısı’na sorsaydık Rijkaard’a yapılan eleştirileri şöyle yanıtlardı:

”Türkiye vasatlar ülkesidir yeğen, yılanlar ayağının altını sokmak ister üstte olanın, sırf kendileri gibi sürünsün diye herkes.”

Bizim neyimize Frank Rijkaard?
Share/Save/Bookmark

25 Kasım 2009 Çarşamba

Sil baştan



13. hafta oynanan Süper Lig maçları sonrası, Roma’nın ünlü senatörü Marcus Tullius Cicero’nun şu sözü aklıma takıldı.

”Hayat yokuşunu tırmanırken rastladığınız insanlara iyi davranın; inişte yine onlara rastlayacaksınız..”

Galatasaray ve Fenerbahçe’nin sezon başlangıcında lige koydukları ambargo sona erdi. Beşiktaş başta olmak üzere, Bursaspor ve Kayseri gibi zirve yarışına yepyeni ortaklar var artık..

Galatasaray ve Fenerbahçe’nin sezonu erken açarak elde ettikleri üstün form durumunun, Beşiktaş’ın da kötü başlangıcının abartılı bir ilüzyon olduğunu tahmin edenler için, hiç sürpriz bir durum değil bu yeni puan tablosu.

13. Hafta’da öne çıkanlar ise şunlardı:

1) Galatasaray’ın “savaşan orta saha açılımı” hükümetin açılımından bile çabuk iflas etti.

Son yazımızda endişe ettiğimiz gibi, Galatasaray orta sahasına pres yapıp direnç gösteren bir takımı bu yapısı ile geçemedi. (“30 yıl önceki yazılarına referans veren Çetin Altan havalarında eski yazılarından bahsedip duruyorsun, cin olmadan adam çarpma” dediğinizi duyar gibi oluyorum, kırmayın hevesimi)

Elano beğenilmese de Galatasaray orta sahası geriden top çıkartmak için ona veya Arda’ya mecbur.

“Savaşan orta saha oyuncuları” sorumluluktan kaçıyor, defans oyuncularının ise yetenekleri kısıtlı. Sonuç olarak Galatasaray bu şablonuyla topu kendi sahasında geveleyip duruyor, prese karşı da oyun kurmakta zorlanıyor.

Topu ileriye çabuk aktarabildiği durumlarda ise kötü oynasa da kolayca pozisyon bulma kapasitesine sahip. Bu nedenledir ki Manisa maçının özetlerini seyreden biri Galatasaray bu maçta çok etkili oynadı zannedebilir.

2) Galatasaray, topu rakip alanda tutmak için mücadeleci bir santrafora da ihtiyaç duyuyor bu sistemde. Baros’un yokluğunda Nonda’nın fizik gücü bu misyon için yetersiz kalıyor.

Bu noktada mevcut kadro içerisinde bir çözüm aramak gerekir:

Abdulkadir Keita santrafor olarak denenebilir.
Çok kuvvetli, yüzünü kaleye kolayca dönebilen, seri bir oyuncu Keita. Son vuruşları yetersiz kalacaktır ancak onun yıpratacağı defansı Kewell, Arda, Elano gibi isimlerin çökertmesi zor olmayacaktır.

3) Beşiktaş, Fenerbahçe’yi rahat yendi. Galibiyetin sebeblerinden bahsederken siyah beyazlıların orta sahadaki dirençli ve basan futbolundan, İbrahim Üzülmez’in formundan dem vuruldu.

Bunlara itirazım yok, ancak yine de bana göre maçın kilidi Alex’e uygulanan adam markajı idi.

Modern futbolda adam markajının yeri yok. Markaj uygulayan takımlar, rakibin farklı varyasyonları sonucunda muhakkak pozisyon verirler.
Öte yandan Fenerbahçe’nin hücum gücü Alex’e öylesine bağlı ki, Mustafa Denizli’yi markaj kararından dolayı eleştiremiyorum.

Şimdi de genel bir tespit..

Umarım Beşiktaş camiası ve taraftarı bu maçın skorundan ve şu anki puan tablosundan gerekli dersi çıkarırlar.

Beşiktaş ve Trabzon taraftarları bu ligin genelde Galatasaray ve Fenerbahçe dominasyonunda geçeceğini kabullenmeliler ve ona göre davranmalılar.

Sürekli bir başarı beklentisi ile kendi takımlarına zarar veriyorlar. Yarattıkları stres ortamı yüzünden, Beşiktaş ve Trabzon evlerinde olmadık sonuçlar alıyor.

Ersun Yanal kalsaydı Trabzon şimdi daha kötü durumda mı olurdu?
Sezon başında daha tam hazır olmayan, geçen sezonun iki kupalı takımını protesto eden Beşiktaş seyircisi şimdi şampiyonluk şarkılarına başlarken, birazcık olsun mahçubiyet duymayacak mı?
Share/Save/Bookmark

11 Kasım 2009 Çarşamba

Savaşan orta saha açılımı



Ekolayda yazılarım devam ediyor

Galatasaray, Fenerbahçe yenilgisi sonrası dört maç üst üste kazandı. Peki bu hızlı toparlanmayı sağlayan formül neydi?

Rijkaard, her kötü sonuçtan sonra olduğu gibi Fenerbahçe maçından sonra da “B Planı olmadığı” “takımın yeteri kadar mücadele etmediği” doğrultusunda eleştirilere maruz kalmasına rağmen, 4-3-3 sisteminden taviz vermedi.

Sistemden taviz verilmemiş olsa da önemli bir değişiklik yaşandı, orta sahadaki üçlünün kurgusunda ve oyuncu yapısında revizyona gidildi.
Fenerbahçe maçına kadar orta saha üçlüsü, iki defansif merkez eleman onların önlerinde ise oyun kurucu pozisyonunda oynayan ofansif bir orta saha oyuncusu şeklinde diziliyordu.

Bu ofansif özellikli oyuncu da Arda veya Elano’dan biri olarak tercih ediliyordu hoca tarafından.

O maçta alınan yenilgiden sonra, bir defansif orta sahanın önünde yine defansif özellikleri ağır basan iki merkez orta saha oyuncusu şeklinde bir dağılımı sahaya sürdü Frank Rijkaard.
Örneğin Mehmet Topal’ın önünde Mustafa Sarp- Barış ikilisi oynadı Dinamo Bükreş karşılaşmasında.

Bu bilginin ışığında Galatasaray’ı krizden çıkaran formülün, savaşan ve defansif bir orta saha üçlüsüne dönüş yapmak olduğu savunuluyor.
Ben ise formülün bu kadar basit olmadığını düşünüyorum.

Madde madde sıralayalım gerekçeleri:

1) Galatasaray’ın kazandığı son dört maç da zayıf rakiplerle idi. Rakiplerin zayıflığının çarpıcı göstergesi ise şu: Galatasaray Buca ve Diyarbakır maçlarında uzun süre 10 kişi oynamasına rağmen, sıkıntı yaşamadı.

Bu dört ekip gibi kendi sahasına gömülmektense orta saha ve defansa yönelik pres uygulayacak olan dirençli takımların baskısından kurtulmak, ancak pas yüzdesi yüksek teknik oyuncular ile mümkün olabilecektir.

2) Galatasaray’ın Fenerbahçe mağlubiyetini orta sahadaki dirençsiz oyunculara bağlamak yanlıştır. O maçı Fenerbahçe takım halinde Galatasaray’dan fazla istedi. Gamsız Colin Kazım Richards, 36 yaşındaki Roberto Carlos çok büyük mücadele örneği gösterirken, Galatasaraylı futbolcular sorumluluktan kaçıyordu. Bu durum teknik-taktik analizlerle açıklanamaz, mental bir problemdir.

3) Galatasaray’ın altın çağları yani 1996-2000 dönemindeki Okan-Suat-Emre üçlüsü gibi bir orta sahaya özlem duymak, Rijkaard'ın oynatmak istediği futbolun gerekleriyle uyum göstermiyor.
O dönemin Galatasaray'ına benzer futbolu Fenerbahçe oynamaya çalışıyor şu an.

Nedir söz konusu futbol anlayışının amentüleri?
Top rakipteyken önde bas ve top kap. Rakip defansı hazırlıksız yakala ve karambolden veya usta ayakların mahareti sayesinde şok gol at. Top kendi takımındayken ise orta sahayı mümkün olduğunca çabuk geç, kısacası santrafora top şişir.

Rijkaard’ın futbol anlayışı işe bambaşka.
Top rakipteyken topun arkasına geçip, defansta pozisyon hatası vermemek.

Top kendi takımındayken kaleciden itibaren ısrarla pas yaparak tüm sahayı katetmek ve nihayetinde ezberlenmiş hücum organizasyonları sonucu goller bulmak.

Bunlar Hollandalı’nın takımlarına aşıladığı temel prensipler...

4) Bu tür bir oyun anlayışında, hem defansta hem de orta sahada, teknik ve pas uzmanı bir oyuncu bulundurmak şarttır. Galatasaray’ın defans bölgesinde bu tip ayağına hakim bir oyuncu sıkıntısı çekiliyor, orta sahaya ise Elano bu amaçla transfer edildi.

Brezilyalı yıldız, eninde sonunda ilk onbirin değişmez adamı haline gelecektir.

Sonuç olarak, Galatasaray’ın problemleri orta sahadan az koşan teknik bir elemanı çıkarıp, yerine mücadeleci bir oyuncu koyarak, sihirli değnek varmışçasına çözülmez.

Neden-sonuç ilişkisini skorlardan bağımsız farklı kriterleri değerlendirerek analiz etmek gerekir.
Neyse ki Galatasaray skor yorumcularına emanet değil, bu analizleri mükemmel bir şekilde yapan bir teknik ekibi var...
Share/Save/Bookmark

3 Kasım 2009 Salı

Yaralı Aslan



Spor kamuoyu Ercan Saatçi ve Metin Özülkü’nün Fenerbahçe TV’de yayınlanan bir programın çekimleri esnasında ettiği küfürlerin ayukka çıkması ile çalkalanıyor.

Malum konuşmanın, küfür konusundan müşteki olduğunu iddia eden Aziz Yıldırım yönetimindeki Fenerbahçe TV’de cereyan etmesi, hoş bir “tesadüf” olmuştur.

Ercan Saatçi’nin “özür yazısı” ile Fenerbahçe Spor Kulubü’nün konu ile ilgili basın açıklaması, konunun vahametini geçiştirmeye yönelik eylemler olarak göze çarpıyor.

Günümüz Türkiyesinde başı her sıkışanın, her gündem değiştirmek isteyenin sığındığı tek bir kale var : “Mağduriyet”

Fenerbahçe tarafından resmi sitede dillendirilen iddiaya göre, daha önce Fenerbahçe taraftarının arasına karışarak küfür eden, sahaya yabancı madde atan, Fenerbahçe yönetimini istifaya davet eden (Fenerbahçe yöneticilerinin beyanıdır), Diyarbakırspor taraftarının arasına karışıp Fenerbahçe futbol takımını taşlayan Galatasaray taraftarı (bu da Diyarbakırspor Başkanı’nın beyanıdır), şimdi de espiyonaj yeteneklerini had safhaya ulaştırarak FB TV’ye de sızmıştır ve bu kaydı yayınlatmışlardır.

Eskiler ne güzel söylemiş : ”Zarfa değil mazrufa bak”.

Bu kayıdın nasıl yayıldığının ne önemi var?

Kameralar, kameramanlar, mikrofonlar ve yönetmenin olduğu bir ortamda yapılan bir konuşmanın, “mahremiyet” sınırları dahilinde olduğu iddiası ile tuvalete saklanmış gizli bir kamera varmışçasına mağduriyet çığlıkları atmak da neyin nesi?

Korkarım ki yakın bir gelecekte; Rüştü Rençber’in tesislerde dövülmesi, Feridun Niğdelioğlu, Engin Verel vs. gibi gazetecilerin darp edilme olaylarının Galatasaraylılar tarafından gerçekleştirilmiş olduğu söylenecektir.

Fenerbahçe Spor Kulübü, soğuk savaş döneminin diktatöryalarında görülen böylesi kara propaganda, dezenformasyon, yaşanan her olumsuzluğu “düşman” a bağlamak gibi ilkel davranış biçimlerini uygulamaktan vazgeçmelidir.

Fenerbahçe Kulübü, böylesi ağır bir küfür olayını, kayıtsız ve şartsız lanetlemelidir.

Bu olaya tepki göstermesi gereken bir diğer grup da yazı ahlakına, meslek etiğine sahip yazılı ve görsel medya mensuplarıdır. Türk basının amiral gemisi olan Hürriyet Gazetesi bünyesinde de bu meselesinin büyük rahatsızlık yarattığından şüphem yok.

Bu yaşananların lige de etkisi olacaktır :

Fenerbahçe maçındaki mücadeleden uzak futboluyla Kadıköy deplasman galibiyetine hasret taraftarını küstüren, Baros ve Keita gibi yeri doldurulmaz isimlerini önemli bir süre için kaybeden Galatasaray Futbol Takımı, bu hafta alınan sonuçlardan sonra puan farkının üçe düşmesiyle yaralarını sarmaya başladı.

Bu küfür meselesi de camiada bir birlik duygusu uyandırarak, reaksiyondan kaynaklanan bir sinerji yarattı.
Çok sevdiği “Yaralı Aslan” motivasyonunu yakalamak, Galatasaray için şampiyonluk mücadelesinde önemli bir psikolojik avantaj sağlayacaktır.
Share/Save/Bookmark

21 Ekim 2009 Çarşamba

Maça gideceğinize dağdan inin



Herhangi bir tribün olayına karıştığınız zaman, hatta karışmanıza gerek yok, haksız yere polis tarafından alınsanız bile işlemleriniz sabaha kadar sürer.

Hatta siz suçlu olmayın, herhangi bir konuda şikayetçi olduğunuz zaman ifade vermek için karakolda en az 2-3 saatinizi geçirmek durumundasınız.

Öte yandan, "demokratik açılım" çerçevesinde dağdan inerek Milletvekilleri tarafından coşkuyla karşılanan PKKlıların ifade verme sürecleri ortalama 7 dakika sürmüş.

Velhasılkelam, Pazar günü derbi maça gideceklere tavsiyem şudur :

Herhangi bir şekilde başınız belaya girer de gözaltına alınırsanız, hemen demokratik açılım sürecine dahil olun.

"Uzun zamandır Uludağ'da saklanıyordum, tribün terörünü bitirmek amacıyla yeni indim" diye ifade verin, yarım saatte çıkarsınız..
Share/Save/Bookmark

20 Ekim 2009 Salı

Dalgalandım da duruldum


Öncelikle bir duyuru, futbol yazılarımı bundan sonra ekolay portalında da paylaşacağım. Birinci yazının linki burda

Takımlarımızın form durumları sezon içerisinde değişkenlik gösterse de basınımızın hakkını teslim etmemiz gerekir: Her zaman formdalar...
Çarpıcı manşetler atılıyor, köşe yazarlarının kalemlerinden kan damlıyor, yorumcular ekranlarda esip gürlüyorlar.

Bu sürekli formda kalma durumunun bir de yan etkisi var..

Türk spor basınının arşivlerine şöyle bir göz atacak olursanız, özellikle de büyük takımlarımız hakkında sezon içerisinde yapılan çelişkili yorumlara rastlamanız kaçınılmaz.

Evet, Türk halkı unutkandır..

Tamam, herşeyi abartmayı seven, duygusal, ifratla tefrit arasında ışık hızında seyahat edebilme kapasitesine sahip olan bir toplumuz, ona da kabul..

Yine de birazcık insaf edin sevgili basın mensupları.

Çok değil, 1 ay önce "Dahi" "Türk futbolunun üstüne doğan bir güneş" "Futbol devrimcisi" gibi sıfatlarla selamladığınız teknik adamları, bir iki kötü sonuç sonrası "kompleksli" "inatçı ve futbolu bilmeyen" "korkak" "bilmemne köylüsü, kılığı kıyafeti dökülen şaklaban" ilan etmeden önce, "Yıldızlar Topluluğu" olarak lanse ettiğiniz takımları "Ruhsuzlar Ordusu" olarak yerin dibine batırmadan önce bir soluklanın..

Size kötü bir haberim var:

O dilinizden düşürmediğiniz ve sayfalarca tartıştığınız çift önliberolar, tek forvetler, tabelaya sandığınız kadar etki etmiyor.

Futbolun taktik yanı ve sistemler muhakkak ki önemli, ancak futbolda hatta tüm takım sporlarında, bir gerçeğin önüne geçmek imkansız:

Takımların form durumu, sezon içerisinde birbirini takip eden çan eğrilerini andırır bir şekilde değişkenlik gösterir.

Bu gerçeği kabullenirsek şayet, sezonu 15 Temmuzda açan Galatasaray'ın, Ekim başında Ankara deplasmanında 70. dakikada yürüyecek halinin kalmadığını farkedebiliriz.

Bunu farkedersek ne mi olur?

Kısa süre önce "uzay sistemi" olarak nitelendirdiğimiz Frank Rijkaard'ın 4-3-3'ü için
"B planı yok, haliyle Hikmet Karaman da çözdü sistemi" demeyiz mesela.
Böylece kendimizi rezil etmemiş, okuyucularımıza da saygısızlık yapmamış oluruz.

Aynı şekilde, sezonu Galatasaray'dan iki hafta sonra açmış Fenerbahçe'nin fizik kondüsyon seviyesinin, ne tesadüftür ki Galatasaray'ın tökezlemesinden tam iki hafta sonra düşüşe geçtiğini farkederiz.

Bu durumun, oyunu 70. dakikaya kadar gümbürtüye getirdikten sonra, takımının üstün fizik gücüyle oyundan düşürdüğü rakibini sürklase etmesine yönelik bir oyun planı olan Christoph Daum için ne kadar büyük bir sıkıntı olduğunu kabul ederek, oyuncu değişikliklerini eleştirmekten daha derin yorumlar yapabiliriz.

Takımların sezon boyunca fizik gücü seviyelerindeki değişiklikler ve bu değişikliklerin basındaki sansasyonel yansımalarını araştıracak bir bilimsel çalışmanın çok ses getireceğine inanıyorum..
Share/Save/Bookmark

8 Ekim 2009 Perşembe

Dertlerin kalkınca şaha



28 Nisan 1960'da Beyazıt'taki İstanbul Üniversitesi kampüsünde öğrencilerin DP iktidarı aleyhine düzenlediği gösteri sonrası çıkan olaylarda can kayıpları yaşanmış, Çetin Altan da ertesi günkü köşesini koca puntolarla "Bugün içimden yazı yazmak gelmiyor" yazarak boş bırakmıştı.

Benim de bir süredir

- Yazılarımızı yazdığımız blogspot sayfasında yaşanan teknik problemin 1 haftada çözülemediği (bilgi çağında skandal bir süredir) ;

- Normalde yasak olan web sitelerine, IMF toplantısında kullanılan bilgisayarlarda ulaşımın serbest olduğu ( köhnemiş dünyaya karşı rezil olmayalım da içeride ne olursa olsun zihniyeti ) ;

- Ankaragücü- Galatasaray maçında belediye başkan destekli tribünlerin, misafir seyircilerin üstüne koca koca taşlar fırlattığı ;

- Bu taşların atılmasından sonra çıkan olaylarda polisle taraftarın çatıştığı, polisle çatışanların daha fazla başa bela olmaması amacıyla kapıların açılmasıyla otobüse binip İstanbul'a gitmesinden sonra; kalan 100-150 civarı kişi hakkında amirlerin "herkes tek tek çıkacak siz de size saldıranları ayıklayacaksınız" dediği ;

- Toplama kampına adam seçen SS subayı tavırlarındaki polisin insanlara "Nasılsın?", "Neden titriyorsun?" gibi sorular sorduğu ve keyfe keder 15-20 kişiyi göz altına aldığı ;

- Evrensel düzeyde saygı duyulan bir futbol adamına, bir hafta dediği öbür hafta dediğini tutmayan ulemaların saçma sapan eleştiriler yönelttiği, daha da acısı kitlelerin bu zırvalardan etkilendiği ;

bir ülkede içimden yazı yazmak gelmiyor.

Verdiğim geçici rahatsızlıktan dolayı özür dilerim.
Share/Save/Bookmark

28 Eylül 2009 Pazartesi

Ne bu şiddet bu celal?



Bu akşam puan kaybından çok, Galatasaray taraftarının maçın son 20 dakikasındaki ruh haline içerledim.

Tribün oyundan koptu, kapalının büyük bir çoğunlugu stres içerisinde başta Sabri ve Mehmet Topal olmak üzere, önüne gelene sövüp saymaya başladı.

Maçtan sonra ise eski açıktakiler, Eskişehir taraftarının uzerine doğru hücum etti.

Ne oluyoruz arkadaşlar?

7 haftada 19 puan inanılmaz derecede iyi bir sonuçtur.

Anormal olan Eskişehirspor karşısında puan kaybı yaşamak değildir.

Asıl anormal olan; Fenerbahçe'nin oynadığı durgun futbola karşın 7'de 7 yapmış olmasıdır.

Yine de, bu durumun Galatasaray taraftarı üzerinde bu kadar stres yaratmış olacağını tahmin etmezdim.

Oynanan futbola veteknik heyete daha büyük bir güven duyulacağını düşünmüştüm.

Benzeri bir stres durumu Fenerbahçe taraftarında da var.

Kazım'a gösterilen, Güiza'ya da ilk fırsatta gösterilecek olan tepki söz konusu stresin işareti.
Fenerbahçe taraftarının en azından kötü gözüken bir futbol oynanması, Avrupa'da kendi sahalarında yenilgi alınması gibi elle tutulur gerekçeleri var sinirlenmek için.

Bu sezon, iki ezeli rakibin şampiyonluk mücadelesi vereceği ortada, bol bol psikolojik savaş metodları da kullanilacak.

Sinirleri sağlam olan taraf da bu mücadeleden galip çıkacak.

Galatasaray taraftarı bu noktada hiç de iyi bir sınav vermedi.

Sinir ve stres duygularıyla gidilen Kadıköy deplasmanlarının nasıl sonuç verdiğini de hepimiz biliyoruz.

Tek tesellim bahsettiğim ruh halinin, şimdilik takıma yansımamış olması..

Galatasaray taraftarı silkenelip kendine gelmeyecekse, tüm stresini Sturm Graz maçında kussun, ceza alalım ve Kadıköy öncesi Dinamo Bükreş maçını seyircisiz oynayalım.

İnanın daha sağlıklı olur..
Share/Save/Bookmark

22 Eylül 2009 Salı

Halil İbrahim sofrası



Arda Turan, İstinye Park'ta Aziz Yıldırım'ın masasında Fenerbahçeli oyuncularla beraber otururken görülmüş.

Eminim ki tesadüfen karşılaşılmıştır orada ve nezaket kuralları gereği Arda kısa bir süre o masaya oturmak durumunda kalmıştır.

Biz yine de bir Türk bir de Alman atasözünü hatırlayalım, her ihtimale karşı:

"Aslan yattığı yerden belli olur"

"Şeytanla sofraya oturanın kaşığı uzun olmalıdır "
Share/Save/Bookmark

19 Eylül 2009 Cumartesi

Haftanın sözü



"Ona çok şey borçluyum. Bunu şöyle ifade edeyim; onun için bir yerimi yaralasam, acıyı hissetmem"

Lionel Messi, Frank Rijkaard için...
Share/Save/Bookmark

14 Eylül 2009 Pazartesi

Makus talih



5. haftadan kısa notlar :

1- Galatasaray Beşiktaş maçını izleyen Galatasaraylılar her ne kadar skordan memnun olsalar da maçın gidişatının bilinçaltlarına yaptığı çağrışımdan pek hoşlanmadılar.
Tüm yaşananlar, Galatasaray'ın 10 senedir kaybettiği Kadıköy deplasmanlarını fena halde çağrıştırıyordu.

2- Maçtaki ilk Galatasaray pozisyonunun gol olması, maçın kopma noktası olan 2. golün abuk-sabuk tabir edeceğimiz bir şekilde atılması gibi olaylar Galatasaray'ın 10 senelik Kadıköy sendromunun özeti gibiydi.

3- Beşiktaş'ın da Galatasaray'a karşı benzer bir makus talih sendromu yaşadığı açık. Galatasaray'ın iç sahada 12 senede 11 galibiyet aldığı başka bir Süper Lig temsilcisi olduğunu zannetmiyorum.

4- Şansı, kısmeti bir kenara koyup bir de futbol gerçeğinden bahsedelim:

Galatasaray gol bulma konusunda çok korkutucu bir takım haline geldi. Galatasaray yorgun, yıpranmış çıktığı ve etkili oynamadığı bir maçta kolayca üç gol buldu, Kewell'in ilk yarıda girdiği iki pozisyon da cabası.

5- Bir hitabet sanatı olan "öfke", ünvanlarına bir yenisini ekleyerek, bir futbol stratejisi halini aldı.
Fatih Terim'in bilindik taktiğini Christoph Daum daha da sistematik bir şekilde kullanacakmış gibi gözüküyor.
Fenerbahçe özellikle deplasmanda oynadığı maçların ilk yarılarında yarattığı sinir harbi ile oyunu futbol olmaktan çıkarıp, ikinci yarılarda da üstün fizik gücü ile maçı kopartmayı bir taktik olarak bellemiş durumda..

6- Ligin gidişatından en çok memnun olan kurum Türkiye Futbol Federasyonu olsa gerek. Tam yayın ihalesi öncesi Galatasaray ve Fenerbahçe'nin kıyasıya çekiştiği, bol gerilimli, yıldızların oyuna ağırlığını koyduğu bir lig, yeme de yanında yat.

7- Bülent Uygun'un düşüşü çok hazin olacak herhalde. Kötü gidişata gerekçe olarak, hazırlık kampında güçlü takımlarla yapılan maçların oyunculara özgüven bunalımı yaşattığını söylemiş. O öyle değildir Bülent Hoca, oyuncularının tüm özgüvenini sen çekmişsindir, mıknatıs gibi..
Share/Save/Bookmark

9 Eylül 2009 Çarşamba

Bildiriye yanıt : Gerçekleri tarih yazar


Türkiye'de sosyalist ideoloji gerçekten büyük acılar çekmiş, bu ideolojinin mensupları hem fiziksel hem de düşünsel olarak kıyıma uğramışlardır.
Sayı olarak da azınlık olmanın da etkisiyle, Türkiye'de sol görüşü benimseyenlerin hakim düşünce sistemi, sürekli bir mağdur ruh halinde davranmak ve şikayet etmek üzerine programlıdır.

Etkinin tepkisi de büyük olur tabii. Kendilerini çoğunlukta hisettikleri yerlerde de
(entellektüel dünyanın, sanat ve yazın dünyasının hakimiyetini ellerinde tutarlar) karşıt görüşlere karşı pek acımasız olur kökten sosyalist arkadaşlar.

Orhan Veli'nin çok sevdiğim şiirinde " Neler yapmadık şu vatan için!Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik " dizelerini hatırlarım bu noktada. Tek bir cana kıymadan katledilenlerin, işkence görenlerin mağduriyet mirasını bugünün salon ve Internet solcuları yiyorlar, bol bol da nutuk atıyorlar fırsattan istifade.

Nereye bağlayacağız konuyu, Adanademirspor- Livorno maçına ilgi göstermeyen medyaya versayın edip birçok blogda eşzamanlı yayınlanan bildiriye bağlayacağız.

Bildiriden pasajlara yanıtlarım şöyle :

(...) Konuşacak bir şeye, yapılacak farklı yorumlara sahip değiliz. Dünya çapında ses getirmesi gereken, Türk futbol tarihinde bir ilk olan, modern futbolu rafa kaldırıp 1950'lerin, 1960'ların ruhunu yaşatan bu tarihi maçı kamuoyumuzun, Türk basınının ve medya kuruluşlarının işgüzarlığı ve ilgisizliği sayesinde izleyemedik

Neden dünya çapında ses getirecek bir olay bu? Futbolda 1950 ruhu nedir, herkes kendi ideolojisine uygun takımlarla gazozuna maç mı yapıyordu. Ne dediğinizi siz de biliyor musunuz, laf olsun diye mi yazdınız?

(...)ülke genelinde de hayati önemi olan bir olaydı bu sonuçta. Türkiye'nin 3. kademe ligi olan TFF 2. Lig takımı Adana Demirspor, Avrupa'nın 3 dev liginden biri olan İtalya Serie A'dan bir takımı Türkiye'ye getiriyor


Ne olmuş 3. kademe lig takımı Serie A'dan bir takım getirdiyse?
Türkiye aşmadı mı bunları artık, "görmemişin Kevin Costner'i olmuş tutmuş kafasına şapka takmış" zihniyetinden ne farkı var bu söylediğinizin?
Alt kademe Türk takımlarının, kaliteli Avrupa liglerinden takımlarla oynaması sizin için büyük bir olaysa şayet müjdemi isterim..
Her kamp dönemi Antalya'ya gidin, mest olursunuz.


(..) Futbolu kıyısından köşesinden tutan herkes kendini bir de siyasete adayanlar için zaten bulunmaz bir nimetti bu maç.



Bu cümlede ; bu kadar saçmalığa karşı Türkçe'nin de isyan edip intihar ettiğini görmekteyiz.



TRT cephesinde ise olaylar başka bir boyut alıyor. NTV cephesindeki gibi basit bir ilgisizlik hikayesi değil olay. İlk başta ücretsiz yayınlayalım diyor TRT. Bu işin en tepesindeki kurum olduklarını söyleyip kulüple ücretsiz yayınlanması için anlaşmak istiyorlar, bir nevi ültimatom yolluyorlar kulübe. Ya parasız yayınlarız ya da yayın yapmayız diye. En azından sembolik bir ücret ödenmesi ve az da olsa bu güzel girişim için destek olunması isteniyor kulüp tarafından, TRT para vermemekte direniyor. Kulüp devreye AKP Adana Milletvekillerinden birini sokmak istiyor. Telefon görüşmesi yapılıyor ve TRT'den yayının yapılıp kulübe makul bir ücret ödenmesi yolundaki istekler iletiliyor. Bilin bakalım bir vekil bu tarihi maç için seçildiği ilin takımına nasıl destek oluyor ?.. Herhangi bir girişimde bulunmayıp kendisini vekil seçen ili böyle mükafatlandırıyor.


En sevdiğim kısım bu. Ne oldu bu maçın buram buram romantizm kokan sosyalist havasına? NTV ve TRT'den para istemek mi ararsın, AKP milletvekilini araya sokmak mı ararsın. Kendisini seçenlere ihanet etmiş vekil Bey. Eminim Adana'daki AKP seçmeni de söz konusu vekile şehirlerinde oynanacak sosyalizm şölenine sponsor olsun diye oy yağdırmıştır.


Gönül isterdi ki stadın kapasitesi doğrultusunda 15 binle sınırlı kalan bu tarihe tanıklık eden birey sayısı çok daha fazla olsun ama olamadı maalesef. Muhtemelen önümüzdeki sezon bir fırsatımız daha olacak bu şölen için. Bu sefer yer İtalya olacak. Bizim medya kuruluşlarımız akıllanır mı bilmiyoruz ama İtalyan TV kuruluşlarının tutumunu da merakla bekliyoruz. Bu tip olaylara son derece alışık olan ve bir çok takıntıyı aşıp demokratikleşmeyi başarmış olan İtalya'da yayın sıkıntısı olmayacağını düşünüyoruz aslında. Olmadı İtalya yollarına düşebiliriz şu heyecan ve merakla...

TV yayını konusunda canlı yayın olmasa bile izleyiciye maç sunulamaz mıydı diye düşünüyoruz. 90 dakika kaydedilir ve maç sırasındaki tatsız durumlar ve siyasi olaylar kırpılıp 60-70 dakikalık çok geniş bir özet şeklinde yayınlanabilirdi.



İtalya Federasyonu şimdiden ihale açmış maçın yayın haklarını satmak için.
İşin futbol yönünden bahsedilmiş, siyasi olaylar kırpılıp geniş özet sunulması istenmiş. Ne yapsın yahu İtalya ve Türkiye seyircisi Seria A'nın dandik bir takımı ile amatör seviyenin bir gömlek üstü Adanademirspor'un golsüz maçını?

İşin enteresan tek yanı var o da siyasi yönü. Şu sıkıcı maç kadar da mı rating yapmaz yani siyasi kısımlar? Neden kırpılsın?


Ne diyorsunuz kuzum siz, bu ne biçim bildiri?
Kalemine çok güvendiğim arkadaşlar herhalde okumadan koydular bu anlamsız yazıyı.

Mağduriyet sloganları atanlara sesleniyorum :

İlgi mi çekmek istiyorsunuz?

Ayarlayın bir Lazio- Livorno maçı Olimpiyat Stadı'nda, tribünler yarı yarıya olsun, hepimiz zevkle ve ilgiyle takip edelim.
Share/Save/Bookmark

4 Eylül 2009 Cuma

Ukrayna'dan yalanlanmak




İlhan Söyler'in Elano hakkındaki yalan haberi Shaktar Donesk'in resmi sitesi tarafından ifşa edildi

Bilgi çağındayız.

Mark Twain'in "Gerçek ayakkabılarını giymeden, yalan dünyayı üç kere dolaşır" sözü artık geçerli değil. Yalan dolaşmaya başlayınca gerçek ayakkabısını hemen giyiyor günümüzde.

Hatta ayakkabıyı giymeden yalancının kafasına fırlatıyor, mesafe tanımaksızın.

İlhan Söyler'e önerim şu : Madem ar damarı çatladı, Passat'ının da modeli eskimiş, sallama haber yapmak konusunda da sınır tanımıyor, kendisini yalanlayamayacak hayali bir karakter yaratsın.

Örneğin :

"Elano'nun çocukluk arkadaşı Alexandro Marcio Dos Santos de Souza, Elano'nun küçüklüğünde psikopat karakterli bir insan olduğunu, sokak hayvanlarına eziyet edip kızlara orasını burasını gösterdiğini söyledi.

Huylu huyundan vazgeçmez diyen De Souza, Elano'nun Galatasaray'da takım içerisinde problem çıkarmasının kesin olduğunu belirtti"

Bu kıyağımı unutmasın.

Benim anlamadığım bir şey daha var :
Hurriyet gibi bir gazetenin yönetimi uluslarası olarak yalanlanmaya nasıl bir tepki verecek?

Yoksa onlar da umre yazı dizisi sonrası Suudi Arabistan devleti tarafından mı yalanlanacaklar?

Söz konusu kişilerin şeytan taşlamadığı, ülkemizde huzursuzluk çıkarıp "burası nasıl memleket şarap yok mu, Ayşe Arman Kral Fahd ile seks hayatı üzerine konuşmak istiyor " gibi saçma sapan isteklerde bulunarak sınır dışı edildikleri..
Share/Save/Bookmark

1 Eylül 2009 Salı

Derbi öncesi sayılar




Galatasaray'ın maç başına attığı gol ortalaması : 3,25
Galatasaray'ın maç başına yediği gol ortalaması : 1

Beşiktaş'ın toplam gol sayısı : 3
Beşiktaş'ın yediği toplam gol : 1

Ligin ilk 4 haftasında Galatasaray maçlarında skorun berabere olarak geçildiği toplam dakika : 151/360

Ligin ilk 4 haftasında Beşiktaş maçlarında skorun berabere olarak geçildiği toplam dakika : 338/360
Share/Save/Bookmark

25 Ağustos 2009 Salı

Houston, there is no problem




Uzay mekiklerini bilirsiniz.

Bir mekiğin uzaya gönderilmesi sürecinde en kritik bölüm, fırlatılıştır.

Uzay mekiğinin iki yanında roketler bulunur. Bunlar kalkışta kullanılırlar; çünkü kalkış sırasında ilk hareketin verilmesi için büyük bir itme gücü gerekir ve bu da ancak katı yakıtlı roketlerle yapılabilir.

Fırlatma anı başarıyla tamamlanıp da roketlerin misyonlarını tamamlayarak okyanusa düşmesinden kısa bir süre sonra mekik yörüngeye oturur.

Yolculuğun en zor bölümü aşılmıştır artık. Houston'dakiler rahatlar, pizza söylerler ofise..
Bu süreçte bir problem çıkması halinde ise en iyi ihtimalle fırlatılış ertelenir.

Frank Rijkaard gibi Sir Alex Ferguson gibi Luis Van Gaal gibi Arsene Wenger gibi sistemi ön plana çıkaran hocaların takımlarının ilk sezon başlangıçları da tıpkı uzay mekikleri gibi meşakkatlidir.

Rijkaard'ın Barcelona'daki ilk senesinde yaşadığı sıkıntılar defalarca yazıldı çizildi. Van Gaal da bu sezon Bayern München ile Bundesliga tarihindeki en kötü başlangıcı yaptı.

Frank Rijkaard ise Galatasaray ile bu tür sıkıntılı bir dönem yaşamadan, hızlı bir başlangıç yaptı.
Bu başarılı başlangıçta kuşkusuz ki takımın ön eleme maçları yüzünden sezona erken başlayıp, erken form tutması da etkendir.

Biz haticeye değil neticeye bakalım :

Geçen sezonunun sonlarındaki maçlar sırasında uyumamak için kahve üzerine kahve içen Galatasaray taraftarları, şimdi ise UEFA'yı kazanan efsane kadrodan beri en coşkulu, en yetenekli, hücum pres ve takım oyunu konusunda en gayretli takımı izliyor.

Bundan dolayıdır ki iç sahadaki en önemsiz görünen maç bile hıncahınç doluyor ve Galatasaray taraftarı son yılların en çarpıcı trübün performansını ortaya koyuyor.

Yıldız oyuncuları ile gol bulma konusunda sorun yaşamayan Galatasaray, defansif anlamda da sadece yan toplarda sorunlu görünüyor.

Ligin kalburüstü hücumcuları olan Tabata, Cangele, Troisi, Beto, Dos Santos gibi isimler Galataasaray'ın ağır ve yapılı stoperlerden oluşan defansını göbekten delemediler.

Sonuç olarak, Galatasaray'ın uzay mekiği yörüngeye oturmak üzere.
Sezon ortasında yaşanması muhtemel form düşüklüğüne karşı, Frank Rijkaard'ın kariyeri sayesinde baştan kazanmış olduğu kredi limiti de ikiye katlanmış durumda.

Rijkaard, üç dört ay önce 19 Mayıs şenliklerinden daha sıkıcı bir futbol oynayan Galatasaray'ı bu kadar kısa sürede, elinde sihirli değnek varmışçasına, nefis futbol oynatan hoca ünvanına da sahip artık.
Share/Save/Bookmark

21 Ağustos 2009 Cuma

Seviye atlamak


Hepimizin yolu bilgisayarda veya Playstation'da futbol oyunlarından geçmiştir.

Bu tip oyunlara "beginner" veya "amateur" seviyesinde başlanır, parmaklar alışıp ustalaştıkça da seviye atlanır, "professional" ve "world class" a doğru yelken açılır.

Galatasaray, UEFA'da üç öneleme oynamak durumunda kaldığı için "amateur" seviyede altı tane maç yaptı, hatta Denizlispor maçını da yedinci maç sayabiliriz.

Bu arada önemli işler başarıldı:

Yeni transferlerin uyumu, (Elano hariç) tamam.

Takımın coşkusu, birliği ve kaynaşması, tamam

Hocanın ve kaptanın takıma hakimiyeti, tamam

Seyirci ile bütünleşme, tamam

Pres, takım savunması, çalışılmış hucüm organizasyonları, (duran top dahil) tamam

Pas futbolu daha tamam değil ancak on kişi kendi sahasına kapanan zayıf takımlara karşı bundan fazla geliştirilemez.

Demek ki artık Galatasaray için seviye atlamanın, orta sahada basan ve top yapan takımlara karşı gücünü test etmenin vakti geldi.

Zayıf takımlar çekilin Galatasaray'ın karşısından!

Abileriniz gelsin..
Share/Save/Bookmark