22 Mayıs 2009 Cuma

Namuslu adamlar



-16 adaylı kurultay sonuçlandı ve Masum Türker genel başkanlığa seçildi.

-Kurultayda seçilemeyeceğini anlayıp çekilmeye karar veren eski genel başkan Zeki Sezer, yandaşları tarafından ağzı kapatılmak suretiyle durduruldu.

-Kurucu genel başkan Rahşan Ecevit, desteklediği aday 20 oy alınca salonu terketti.

-Yerel seçimde başka partinin adayını desteklemekten dolayı "uyarı" almış olan 4 kişiden Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli, kurultay sonucunu beğenmeyip partisinden istifa etti.

Yukarıdaki gelişmeler, hisseli harikalar kumpanyasında değil, Demokratik Sol Parti'de yaşandı bu hafta.

Dayanağı, ideolojisi bir evlilik cüzdanından ibaret olan partiden, söz konusu evliliğin bir tarafı vefat edince daha fazlasını beklemek safdillik olurdu zaten.

Bankadaki para da bitince güvercinler de özgürlüğüne kavuşacak.

Rahmetli Bülent Ecevit'i geçen hafta da Sarkozy ve Merkel'in Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne tam üye olarak almayacaklarına yönelik açıklamaları sonrası anmıştım.

Neden mi?


Soğuk Savaş yıllarında , Rusya'nın etki alanına girmelerinden korkulan iki ülke; Türkiye ve Yunanistan'a üyelik teklif edildi, Avrupa Birliği genişleme süreci yeni başlıyordu.

Yunanistan bu öneriye balıklama atlarken, o dönemki Başbakanımız Bülent Ecevit,
"onlar ortak biz pazar" sloganı ile bu öneriyi reddetmişti.

Türk pasaportunun bugün Kenya pasaportuna göre bile daha az ülkeye vizesiz girebilmesini kendisine borçluyuz.

Tıpkı "Kıbrıs Barış Harekatı" sırasında birinci harekat sonrası durup tüm dünyanın takdirinin meyvesini toplamak varken, ikinci taaruzu gerçekleştirerek askeri olarak da çok yanlış bir noktaya hat çekmesini borçlu olmamız gibi.
Bunun sonuçlarını az çok hepimiz biliyoruz :
Kıbrıs Türklerinin dünyadan izole olması, Türkiye'nin amborgaya maruz kalması, KKTC'yi Libya'dan başka tanıyanın olmaması, Türkiye'nin AB yolunda Kıbrıs Rum Kesimi'nin onayına muhtaç olması..

Siyaset tarihinde bu kadar kısa süre görev alıp da Ecevit kadar çok problem yaratan bir lider ender bulunur. Yakın zamanda Apo'nun yakalanmasının aslında Türkiye için kötü bir olay olduğu da ortaya çıkarsa hiç şaşırmayacağım.

Ecevit'in ilkelere ve dürüstlüğe olan inancını vurgulayıp, başbakan olmak için Erbakanla koalisyon yapması ve 11 milletvekili transfer edip, karşılığında hepsine bakanlık vermesi gibi icraatlarını da unutmamak gerekir.

İmaj çok önemlidir ancak herşey değildir. Bülent Ecevit kültürlü, asil, naif bir karakter olabilir. Mütevazi de olabilir. Ne yazık ki bunlar, kötü bir yönetici olduğu gerçeğini değiştirmez.

Bir başka mütevazilik sembolü Ahmet Necdet Sezer'le Bülent Ecevit'in bir önceki ekonomik krizi ettikleri kavga ile tetiklemeleri, durumu açıklayan çok güzel bir ironidir.

Sezer, Çankaya'da oğlunun düğününde elektirik masraflarını cebinden ödemişti.
Ecevit de kendi çayını kendi demliyor, makam arabası olarak Renault kullanıyordu.

Bu ikilinin kavgacı tutumu yüzünden millete çıkan fatura ile Van gölü ışıklandırılır, her şehire Renault fabrikası açılırdı.

İyiliksever Sakıp Sabancı'nın Akbankı' nın o krizde bir gecede buharlaştırdığı para ile memlekette sorun yaşayan engelli vatandaş kalmayacak olması gibi çarpıcı örnekler bunlar.

Atatürk, kendisinden sonra gelen yöneticilere beceriksizlik vasiyet etmedi.

Mustafa Kemal, ülke fakirlikten kırılırken kültürel devrimi sağlamlaştırmak adına hergün balo düzenleyecek kadar, dış politikada 7 sene önce savaştığı Venizelos'la dost olup Balkanlarda Avrupa Birliği gibi bir oluşuma önayak olacak kadar (Balkan Paktı), ekonomiden anlamamasına rağmen İş Bankası gibi bir kurum yaratacak kadar vizyonerdi.

Haydi yaşarken çapına uyum sağlayacak yönetici yoktu, ama el insaf 90 sene geçti artık.


Türk toplumunun eğitimli kesiminin "Kıyılar CHP'ye oy veriyor, fosfor zekaya iyi gelir" gibi vecizelerin etkisinden sıyrılıp, nasıl bir lider istediğine karar vermesi lazım artık.


Beceriksiz ama "namuslu ve bizden biri" mi?

Yoksa "ama" sı olmayan vizyoner bir lider mi?

Share/Save/Bookmark

1 yorum:

Yasin dedi ki...

2001 krizinde Sezer'e fatura çıkarmak haksızlık olur. Bence kavgada da payı yoktu, rahmetli Ecevit içerde ayar yemenin hıncıyla çıkıp kameralara bas bas "bu bir krizdir,cumhurbaşkanı bana kitap attı" diye arkadaşını öğretmenine şikayet eden çocuk gibi canlı yayında Sezer'i şikayet etti. Piyasa hükümetin, en azından Ecevit'in istifa edeceğini sanarak panikledi.
Ancak Ecevit'in asıl kabahati, yeterince güçlü olmayan bir hükümetle o kadar iddialı bir ekonomik programa girmesiydi. Bugün geriye bakılınca bu programdan dolayı en çok IMF suçlanıyor, Türkiye ekonomisine uygun değildi, o kavga olmasa da, o programın başarıya ulaşması mümkün görünmüyor. Diğer türlü, ya kendi doğal gidişiyle krize girecektik; bu daha acısız olmazdı ama bazı bankalar batmaktan kurtulabilirdi. Bu arada 2000 Kasım'ında gerilmeye başlayan yay daha da gerilecek ve birkaç ay sonra koptuğunda daha fazla zarar verecekti.