Napolyon "Dünya tek hükümet olsa, merkezi İstanbul olmalıdır" derken, dünyadaki gelişmeleri anlamak isteyenlerin, Osmanlı coğrafyasında yaşananları iyi analiz etmeleri gerektiğinin bilincindeydi.
200 sene sonra, yine aynı noktadayız. Dünyadaki çatışmaların çoğu ya Osmanlı coğrafyasında ya da o coğrafyanın çevresinde yaşanıyor.
O yüzden dünya meseleleri ile ilgili öngörü yapmaya çalışanlar için Türkiye'de yaşıyor olmak iyi bir firsat.
Biraz beyin jimnastiğine ne dersiniz? Öncelikle son zamanlarda ülkemizde yaşananlardan bir demet :
1- Tayyip Erdoğan, Davos zirvesinde İsrail'i ağır bir dille suçladı. (bkz one minutes vakası)
2- Amerikan Başkanı Barack Obama ilk resmi yurt dışı ülke ziyaretini Türkiye'ye gerçekleştirdi.
3- Yerel seçimlerdeki oy kaybı üzerine kabine revizyonuna gidilirken, Dış İşleri Bakanlığı'na Prof. Ahmet Davutoğlu getirildi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, " Meclis dışından birini Cumhurbaşkanı yapmak Meclis'e hakarettir" diyen Erdoğan, meclis dışından birini bakan yapıp, sözünü yutmayı göze alacak kadar güveniyor Ahmet Davutoğlu'na.
Kendisi ile ilgili Davos yorumunda yazdığımı buraya taşımam gerekir bu noktada :
"Başbakan' ın dış politikada en güvendiği isim, Prof. Ahmet Davutoğlu. "Stratejik Derinlik" kitabında, Cumhuriyet'in unuttuğu Osmanlı mirasına sahip çıkıp, merkez devlet olarak kültürel mirası paylaşan çevre ülkelere etki etmesi gerektiğini savunur. 7 senedir de Türk Dış politikasında bu anlayış hakim oldu. 1 Mart tezkeresi , İsrail konusunda her geçen gün Filistin lehine tavır koyan çıkışlar, bu durumun göstergesi. "
4- Türkiye ile Suriye askeri bir tatbikat gerçekleştirdiler. İsrail bu duruma tepki gösterdi.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Suriye-Türkiye ilişkilerine değinirken bir soru üzerine "'İsrail'in tepkisinden bana ne'" gibi hiç beklenmedik sertlikte bir cevap verdi.
Bundan üç gün önce İsrail basınında "'Türk ordusunu da mı kaybediyoruz?'" sorusu tartışılmıştı.
Bu parametreler ışığında, "İslamcı hükümet muhafazakar akademisyenin önderliğinde İsrail'den uzaklaşıyor" demek yetersiz bir yorum olarak kalıyor. Zira, İsrail'e mesafeli yaklaşım konusunda ülke içerisinde gerekli konsensüs sağlanmış görünüyor, Genelkurmay Başkanı'nın tepkisinden anlaşılacağı üzere.
Tüm bunların üzerine bir de Obama'nın ziyareti ve orda yaşananlar düşünülünce
" Amerika'nın İsrail'i uslandırma projesinin startı Türkiye'de mi verildi?" sorusu kurcalıyor kafamızı..
4 yorum:
Selamlar, post için de teşekkürler.
Ahmet Davutoğlu'nun stratejik derinlik kitabını okumadım. Ama okumak farz oldu. Sıradan bir tarih meraklısıyım. Tarihi okumak, her yönüyle, elimize sunulduğu kadarıyla anlamaya çalışmak, süreci bir bütün olarak kavrayıp, hadiseleri yaşandıkları dönemle ve akabinde takip eden olaylarla irdelemek, belgeler, gizler, gizemler...
Mehmet Ali Kılıçbay'ın Türkçeye çevirdiği Uygarlıkların grameri isimli kitabında Fernand Brandel mükemmel tespitlerde bulunur.-Kitabın, fransa'da liselerde okutulmak için hazırlandığını belirtmek gerekir- Bunlardan biri de, Devlet tekelindeki tarihin, her zaman hakim olan ideolojiye uygun nesiller yetiştirme çabası ve uygulamasından başka bir şey olmadığı belirtilir. Çok doğru. Çünkü bugün, ilk ve orta öğretim seviyesindeki tarih öğretiminin ne yazık ki klişeler içinde boğulduğunu, oldukça sığ kaldığını ve zaten yeterince dar bir tarihi bölümü içine alan kapsamının da oldukça yüzeysel olduğunu görürüz. Çok yakın bir tarihi irdelemesine rağmen, destansı ve lirik ifadelerle çoğu zaman gerçeklerden ayrılmış bir tarih masalı... Ben, bunun sebebini bilmiyorum. Bazı şüphelerim var, ama sadece şüphe. Bir millet, neden kendi çocuklarını bu kadar sığ bir tarih bilinciyle, yalnızca 1923 ve sonrasını, o da asla yaşandığı gibi değil, makyajlandığı gibi öğretmek istesin ki?
Bu basitlikten sıyrılmayı tercih edenlerin, ülkemizin tarihinin Malazgirtten, hatta çok daha öncesinden başladığının bilincinde olanların olması çok sevindirici. Zira bir dönem, bu memleketin çocukları öz atalarını düşman olarak öğreten bir anlayışla eğitilmişti. Halbuki onlara doğruyu, olduğu gibi aktarsak, tarihin felsefi ve sosyolojik boyutunu kavramalarını sağlasak ve onları kendi mantıklarının çizdiği rotayla başbaşa bıraksak, yapacakları en doğal şeylerden biri, zaten kazanılmış olanları toparlamayı amaç edinecek Millî bir strateji modelini ortaya koymak olacaktı. Bugün sovyetler birliğinin dağılmasından sonra Rusya'nın ortaya koyduğu stratejiye bakınız. Bizde ise inanılmaz bir görünürde geçmişe, özündeyse geleceğe doğru bir kapanma, içi boş ve son derece komik bir oryantalizm, kafatası zihniyetinde faşist söylemlerle yapılması gereken atılımın 100 yıl gecikmesi hadisesi cereyan etmiştir ne yazık ki. Koskoca bir imparatorluğun külleri üzerine, yani envai çeşit milletlerin bir arada yaşadığı geniş bir coğrafya üzerine ulusçuluğu oturtmaya çalışmak, alman devriminin koşulsuz ve kötü bir kopyasını uygulama çabası bu toprağın dna'sına uymazdı. Uymadı da. Bugün hâlen kimi çevrelerde süregelen kimlik bunalımı da bunun bir tezahürü.
Bugün Genelkurmay başkanımızın çıkışı, sayın Davutoğlu'nun da ortaya koyduğu politikanın bir tezahürü. Eğer Amerikan güdümüyle yapılıyorsa, ki bunu hiç sanmıyorum, neden derseniz bu önü alınamayacak büyük bir harekettir ve zaten derin bir uykuda olan ortadoğu/islam coğrafyasında etrafında kenetlenilecek bir lider olması, hele bu ülkenin tarihi misyonu sebebiyle türkiye olması daha sonra önü alınamayacak bir gelişime dönüşebilir. Amerika bunu ister mi? Belki bir kaç yıllığına İran'daki Şii tehlikesine karşı evet. Peki ya sonrası? Bu insanların üzerindeki yüzlerce yıllık yılgınlığın, kinin getirdiği şartlanmışlıkla bu harekete bağlanması ve sarılması, Böyle bir ülkenin icraatlerini sahiplenmesi kaçınılmaz olacaktır. Amerika bu değişimi durdurmak için ne yapabilir daha sonra? Çok basit...
Ben de katkiniz için teşekkür ederim.
Osmanlı'ya ve tüm Osmanlı coğrafyasına sırtını dönen bürokrasinin hata yaptığını kabul etmekle beraber, ulusculuğun empoze edilmesinin bir yere kadar doğru olduğunu düşünüyorum.
Osmanlı'nın hatta Bizans ve Roma'nın yapısına kadar tartışmak gerekir, 1923 sonrası yaşanılan yeniden inşa sürecini değerlendirmek için.
Amerika tüm tarihi boyunca kendi rakibi kendi yaratmak yolunu seçti. Almanya,Avrupa Birliği, Japonya, hatta El Kaide. bunun tek istisnası Rusya'dır, o yüzden Rusya hariç her ülkeyle karşılıklı çıkar antlaşmasına gidebilir.
Konumu sebebiyle güçlü bir Türkiye Amerika için de tercih sebebidir.
Ulusçuluğun bu toplum üzerinde yarattığı travma ve neredeyse hindistana kadar uzanan bir coğrafyanın kurtuluşunu bu topraklardan uman insanların üzerinde yarattığı manevi çöküntüyü, bu travmanın bu ülkeye kaybettirdiklerini, kaybettirmeye devam edeceklerini görmek, ve manevi çöküntüden sonra kendi kabuklarından bir türlü çıkamayan, iyiden iyiye gerileyen türk-islam coğrafyasının halini iyi analiz etmek gerekiyor. Ulusçuluğun ülkemizdeki tezahürünün Alman Milli Birliğinin kuruluşundan etkilendiği söylenir. Zaten Almanca konuşan, Almanca düşünen küçük beyliklerin bir araya getirilmesinde, gelmesinde elbette sıkıntılar yaşanmıştır. Ama Bizdeki kadar değil.Ulus devletin yarattığı şok etkisini her alanda ve hemen gösterdi. Dil bilinci, tarih bilinci inanılmaz bir milliyetçilikle şekillendirildi. Bunu kabul edersiniz ki, o dönemlerde kafatası araştırmaları yapılmış, ırkın saf hale getirilmesi için macaristan'dan damızlık erkekler getirilmesi bile konuşulabilmiştir. Tarih konusuna gelince, bugün aynı evreden kürtlerin geçirildiğini görüyorum ki, o dönem ortaya çıkmış travmaların önceden tahmin edilebildiği, birileri tarafından öngörüldüğü bu noktada ortaya çıkıyor. Türkiye'nin, Devrim sonrasında yaşadığı evreler, bugün Kürtlerde özellikle dil ve tarih alanında kendini gösteriyor. Cumhuriyet sonrası 3000 yıl öncesine gidip hunlarla aramızda bağ kurma çalışmaları, moğol imparatorluklarını türk sayıp onlara atıfta bulunmalarımız, ve dahi bir çok ilginç gelişme, bugün benzer şekilde kürtleri bir ülke olarak bir araya getirmekte kullanılıyor. 11.000 yıllık kürt tarihinden söz ediliyor. Farkındaysanız, cumhuriyetin iddia ettiği tarihten daha geriye. Eğer aynı coğrafyada yaşayan ülkeler arasından sıyrılıp ulus kökenli bir devlet olacaksanız, tarihte ciddi anlamda ilk kez kurulacaksanız, vatandaşlarınızın böyle mastürbasyonlara ihtiyacı olacaktır. Kendini coğrafya tarihinden ayıklama çabası. Halbuki Kürt Tarihi de, Türk tarihi de, Arap tarihi de 800 yıldır bir aradalar. Ve bu birlikteliğe en büyük sekteyi ne araplar, ne kürtler vurmuştur. Bu birlikteliğe en büyük sekteyi vuran yine Türkiye oldu. Travma öyle büyüdü ki, Bugün asla konuşulmayan, ders kitaplarında yer almayan inanılmaz olaylar meydana geldi. Kimlere? Bu toprakların insanlarına...Arap ihaneti diye şişirile şişirile bitirilemeyen olayı da es geçecek değilim.Ama böyle kinler, küçülüp izole olmayı düşünen küçük toplulukların işi. Ağababası olduğumuz topraklara karşı böyle bir kini gütmek, onları kendimizden uzaklaştırıp onlara batılıların gözleriyle bakmak... Köpeklere "Arap arap arap gel kızım/Oğlum" şeklinde seslenmek... Ondan sonra da bizim kıçımızı doğuya, ağzımızı yalama pozisyonunda batıya dönmemiz... Nüfus Mübadelesi... o büyük şok... Sonra dünyadaki en saçma uygulamalardan biri, belki de en önde geleni, dilde sadeleşme adı altında, öztürkçe adı altında bugün azerilerle bile doğru dürüst anlaşamayacak pozisyona gelen dil, ki yalnızca azerilerle değil, tüm islam coğrafyasıyla diyaloga sekte vurmuştur... Ve daha niceleri...
Türkiye, ihtiyacı olan siyasete nihayet kavuşuyor. 80 yıllık bir gecikmeyle... Ben Yunanistan'la, rumlarla, kadim kardeşlerim gürcülerle, durum ne olursa olsun bir geçmişimizin bulunduğu ermenilerle, araplarla, ingilizce konuşup anlaşmak istemiyorum. Bu insanların bir çoğu bu toprakların, bu coğrafyanın insanı. Ve 23 milliyetçiliğinin onları ve bizi ne hale götürdüğü ortadayken, bu politikanın yavaş yavaş sona ereceğini düşünmek bile umutlandırıyor beni.
Bu bir yazgı. Bu coğrafya ve bu coğrafyanın insanları, tarihte başardıklarıyla, bugünki duruşlarıyla ve başaracaklarıyla bu yazgının gölgesini takip edecekler. Sıra bizim şekillendireceğimiz dünyaya gelecek. Umarım gücü elimize aldığımızda gücün etkisine kapılıp lanetlediğimiz güçlü tavırlarını sergilemeyiz.
Dönemin uygulamalarını ayrıntılı bir şekilde vermişsiniz ama kazanımları atlamışsınız.
Çökmüş, dağılmış, yozlaşmış bir coğrafyaya sizin özlediğiniz atılımı sağlamak için pozitivizme ihtiyaç vardı. Ulusçuluk da pozitivizmi uygulamak için gerekliydi.
Arapların ihanetini de şişirilme olarak değerlendirmenize katılamayacağım. Mekke'yi savunurken yedikleri dışkılar yetmeyip açlıktan öldüklerinde, altın dişleri Bedeviler tarafından çalınan Mehmetçik'in anısına ayıp olmuş en azından.
Yorum Gönder