Yerel seçimler öncesi, liderler arasındaki üslup sertleşti, “be, yahu”, “maganda” gibi hitaplar havada uçuşuyor. İmam böyle yapınca, cemaatin tepkisi(!) de gecikmedi.
Tepkilerden iki örnek verelim: Normalde başı açık olan bir hanım çarşaf giyip ortalığı karıştırıyor, bunun üzerine tartaklanıyor. Bir işadamı, belediye başkan adayı olan arkadaşına destek olmak için düzenlediği mitingde katılımcılara “çök!” “kalk!” komutları veriyor . “Hitler gibi olmuş muyum hanım” diye böbürlenmiştir diye tahmin ediyorum, akşam evine gittiğinde.
Elektriği olmayan bir ülke, bu yeni teknolojiye kavuştuğu zaman en fazla bir yıl içerisinde alışabilirken, “demokrasi” gibi kavramlara alışılması yüzyıllar gerektiriyor. Sosyal bilimlerin cilvesi de bu. O yüzden İngilizler’in 800 yıl önce temelini atıp, Fransızların 220 yıl önce şekillendirdiği demokrasi, cep telefonu kadar kolay benimsenemiyor toplumumuzda.
Kolay olmasa da Türk toplumunun ülkemizde demokrasinin gelişmesine yönelik bir eğilimi olduğunu yadsımamak gerek. Akademik bir çalışma yapmadığımıza ve yerimiz kısıtlı olduğuna göre, Türkiye’de demokrasi hareketlerini, Jön Türkleri, İttihat ve Terraki’yi, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı şimdilik es geçerek, 1946 sonrasına, yani şaibeli bir seçimle başlayan çok partili demokrasi hayatımıza bakalım.
Neler olmuş bu süreçte? İki tane doğrudan, iki tane dolaylı olmak üzere dört askeri darbe.. Sayısız darbe girişimi.. İdam edilen bir başbakan, iki bakan, hapise atılanlar, işkence mağdurları, sağ-sol çatışması ile iç savaşın eşiğinden dönülmesi.
Tüm bunlar yaşanırken, tekerrür eden gelişmeleri iyi analiz etmek lazım.
Öncelikle, demokrasi kesintiye uğrasa da, hatta bazı sivil ve askeri idareler zaman zaman diktatörlüğe meyletseler de bu meyil hiçbir zaman kalıcı olamamış, soğuk savaş ortamında İspanya, Yunanistan gibi muadil ülkelerde olduğu gibi açıkça diktatörya görülmemiş.
Halk, demokrasiye dışarıdan müdahelelere her zaman olumsuz tepki göstermiş, bunu da sandık yoluyla yapmış. Teveccühünü serbest piyasaya ekonomisini savunan, dini değerlere saygılı, kendi içinden yetişmiş karizmatik liderleri olan sağ partilerden yana kullanmış. Tek başına iktidar, hep bu çizgiye nasip olmuş.
Bu partiler, iktidarlarının birinci döneminde, dünyadaki konjonktürün de etkisiyle ekonomik büyümeyi sağlamışlar, bu arada da Türkiye’de devletin ekonomiye etkisi normal bir demokraside olması gerekenden çok daha fazla olduğu için, kendi zenginlerini yaratmışlar.
İkinci kez seçildiklerinde dünyadaki rüzgarın terse dönmesi ile, ekonomik sıkıntılar başgöstermiş, bu sıkıntılar sonrası, iktidar sırtında zenginleşmiş kesimin yolsuzlukları göze batar olmuş ve iktidarları sallanmaya başlamış. İktidarlarının sallanması ile de eleştiriye daha tahammülsüz hale gelmişler, medya ile, akademik çevreler ile, bürokrasi ile çatışmışlar.
Şu anda, hikayenin hangi safhasını yaşıyoruz sizce?
Kurucusu olduğu ülkeyi güvenmediği ellere teslim etmeye kıyamayan bürokrasi ile artık kendi kanatlarıyla uçmak isteyen Anadolu sermayesinin mücadelesi şeklinde geçen demokrasimiz, ne zaman ve nasıl tam anlamıyla oturacak peki?
Bu zor soruya demokrasinin neden yarım kaldığını düşünerek cevap vermek mümkün.
Bir ülkede;
Hukuk, kendi haline bırakılmayıp, üstüne üstlük ağır işlediği sürece, demokrasi yarım kalır..
Hak ve özgürlükler, sadece din ve vicdan özgürlüğü olarak anlaşıldığı sürece, demokrasi yarım kalır.
Atatürkçülüğü savunanlar, yüzyılın en büyük dehasını halkına eksik anlattığı, örneğin Mustafa Kemal’in 1908’den beri ordunun siyasete müdahelesine karşı olduğunu gizlediği sürece, demokrasi yarım kalır.
Ülkenin en büyük medya grubu, diğer medya gruplarına hukuk dışı baskılar yapılıp hatta el konulduğu zaman ellerini ovuşturup, kendi kuyruğuna basıldığı zaman yaygara kopardığı sürece, demokrasi yarım kalır.
İktidar, kendi konumunu güçlendirmek için sermaye transferi yaptığı sürece, demokrasi yarım kalır.
Sivil toplum kuruluşlarında devlet etkisi olduğu sürece, demokrasi yarım kalır.
Ülkede demokrat geçinenler, kendileriyle karşıt görüşte olan kişilere antidemokratik uygulamalar yapıldığı zaman tepki göstermek yerine alkış tuttuğu sürece, demokrasi yarım kalır.
Devletin her türlü politikasına karşı çıkmak, bölücülük ve provakatörlük demokratlık olarak yutturulmaya çalışıldığı sürece, demokrasi yarım kalır.
Siyasi Partiler ve Seçim Yasası, üç dört kişinin kendi belirledikleri isimleri halka seçtirmesinden ibaret olduğu sürece, demokrasi yarım kalır.
George Bernard Shaw, “Demokrasi, hakettiğimiz gibi yönetilmemizi garantileyen araçtır” demiş. Yarım kalmış bir demokrasi mi hakediyoruz acaba?
Tepkilerden iki örnek verelim: Normalde başı açık olan bir hanım çarşaf giyip ortalığı karıştırıyor, bunun üzerine tartaklanıyor. Bir işadamı, belediye başkan adayı olan arkadaşına destek olmak için düzenlediği mitingde katılımcılara “çök!” “kalk!” komutları veriyor . “Hitler gibi olmuş muyum hanım” diye böbürlenmiştir diye tahmin ediyorum, akşam evine gittiğinde.
Elektriği olmayan bir ülke, bu yeni teknolojiye kavuştuğu zaman en fazla bir yıl içerisinde alışabilirken, “demokrasi” gibi kavramlara alışılması yüzyıllar gerektiriyor. Sosyal bilimlerin cilvesi de bu. O yüzden İngilizler’in 800 yıl önce temelini atıp, Fransızların 220 yıl önce şekillendirdiği demokrasi, cep telefonu kadar kolay benimsenemiyor toplumumuzda.
Kolay olmasa da Türk toplumunun ülkemizde demokrasinin gelişmesine yönelik bir eğilimi olduğunu yadsımamak gerek. Akademik bir çalışma yapmadığımıza ve yerimiz kısıtlı olduğuna göre, Türkiye’de demokrasi hareketlerini, Jön Türkleri, İttihat ve Terraki’yi, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı şimdilik es geçerek, 1946 sonrasına, yani şaibeli bir seçimle başlayan çok partili demokrasi hayatımıza bakalım.
Neler olmuş bu süreçte? İki tane doğrudan, iki tane dolaylı olmak üzere dört askeri darbe.. Sayısız darbe girişimi.. İdam edilen bir başbakan, iki bakan, hapise atılanlar, işkence mağdurları, sağ-sol çatışması ile iç savaşın eşiğinden dönülmesi.
Tüm bunlar yaşanırken, tekerrür eden gelişmeleri iyi analiz etmek lazım.
Öncelikle, demokrasi kesintiye uğrasa da, hatta bazı sivil ve askeri idareler zaman zaman diktatörlüğe meyletseler de bu meyil hiçbir zaman kalıcı olamamış, soğuk savaş ortamında İspanya, Yunanistan gibi muadil ülkelerde olduğu gibi açıkça diktatörya görülmemiş.
Halk, demokrasiye dışarıdan müdahelelere her zaman olumsuz tepki göstermiş, bunu da sandık yoluyla yapmış. Teveccühünü serbest piyasaya ekonomisini savunan, dini değerlere saygılı, kendi içinden yetişmiş karizmatik liderleri olan sağ partilerden yana kullanmış. Tek başına iktidar, hep bu çizgiye nasip olmuş.
Bu partiler, iktidarlarının birinci döneminde, dünyadaki konjonktürün de etkisiyle ekonomik büyümeyi sağlamışlar, bu arada da Türkiye’de devletin ekonomiye etkisi normal bir demokraside olması gerekenden çok daha fazla olduğu için, kendi zenginlerini yaratmışlar.
İkinci kez seçildiklerinde dünyadaki rüzgarın terse dönmesi ile, ekonomik sıkıntılar başgöstermiş, bu sıkıntılar sonrası, iktidar sırtında zenginleşmiş kesimin yolsuzlukları göze batar olmuş ve iktidarları sallanmaya başlamış. İktidarlarının sallanması ile de eleştiriye daha tahammülsüz hale gelmişler, medya ile, akademik çevreler ile, bürokrasi ile çatışmışlar.
Şu anda, hikayenin hangi safhasını yaşıyoruz sizce?
Kurucusu olduğu ülkeyi güvenmediği ellere teslim etmeye kıyamayan bürokrasi ile artık kendi kanatlarıyla uçmak isteyen Anadolu sermayesinin mücadelesi şeklinde geçen demokrasimiz, ne zaman ve nasıl tam anlamıyla oturacak peki?
Bu zor soruya demokrasinin neden yarım kaldığını düşünerek cevap vermek mümkün.
Bir ülkede;
Hukuk, kendi haline bırakılmayıp, üstüne üstlük ağır işlediği sürece, demokrasi yarım kalır..
Hak ve özgürlükler, sadece din ve vicdan özgürlüğü olarak anlaşıldığı sürece, demokrasi yarım kalır.
Atatürkçülüğü savunanlar, yüzyılın en büyük dehasını halkına eksik anlattığı, örneğin Mustafa Kemal’in 1908’den beri ordunun siyasete müdahelesine karşı olduğunu gizlediği sürece, demokrasi yarım kalır.
Ülkenin en büyük medya grubu, diğer medya gruplarına hukuk dışı baskılar yapılıp hatta el konulduğu zaman ellerini ovuşturup, kendi kuyruğuna basıldığı zaman yaygara kopardığı sürece, demokrasi yarım kalır.
İktidar, kendi konumunu güçlendirmek için sermaye transferi yaptığı sürece, demokrasi yarım kalır.
Sivil toplum kuruluşlarında devlet etkisi olduğu sürece, demokrasi yarım kalır.
Ülkede demokrat geçinenler, kendileriyle karşıt görüşte olan kişilere antidemokratik uygulamalar yapıldığı zaman tepki göstermek yerine alkış tuttuğu sürece, demokrasi yarım kalır.
Devletin her türlü politikasına karşı çıkmak, bölücülük ve provakatörlük demokratlık olarak yutturulmaya çalışıldığı sürece, demokrasi yarım kalır.
Siyasi Partiler ve Seçim Yasası, üç dört kişinin kendi belirledikleri isimleri halka seçtirmesinden ibaret olduğu sürece, demokrasi yarım kalır.
George Bernard Shaw, “Demokrasi, hakettiğimiz gibi yönetilmemizi garantileyen araçtır” demiş. Yarım kalmış bir demokrasi mi hakediyoruz acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder