10 Haziran 2009 Çarşamba

Rijkaard'ı beklerken



Doğu toplumlarında, bir "kurtarıcı" nın gelip dertlere derman olacağı beklentisi her zaman canlı olagelmiştir. Siyasette, sporda, iş hayatında bu durum her zaman aynıdır. Ortadoğu'dan yayılan "mesih" inancının coğrafyanın bilinçaltına kuvvetli bir etkisi olduğu kesin.


Micheal Skibbe takımın kontrolünü kaybettiği andan beri, Galatasaray takımı dağılmış bir görüntü çiziyordu. Bu dağılmanın giderilmesi için bir kurtarıcıya ihtiyaç olduğuna dair ruh hali hakimdi camiada.


Frank Rijkaard böylesi bir kurtarıcı özelliğine sahip midir, onu çeşitli cephelerden bakarak tartışalım.


1) Adnan Polat ve camia cephesi


Adnan Polat ve Adnan Sezgin'in teknik direktör konusunda yanlış seçimler yaptıklarına yönelik eleştiriler artmıştı. Çok da haksız değillerdi eleştiri sahipleri; 92-93 sezonundan beri Kalli hariç Polat'ın getirdiği tüm hocalar yetersiz kaldılar ve bir sezondan fazla görev yapamadılar.

Frank Rijkaard ile beraber "sözlerini geçirecekleri hoca getiriyorlar" eleştirisi rafa kalkmış oldu.


Öte yandan, hoca seçiminden veya herhangi bir icraatinden bağımsız olarak, klüp içinde Adnan Polat yönetimini her şartta devirmek isteyen kanat, bunun hazırlığını toplu üye alımı ve imza toplama gibi kampanyalarla başlatmıştı. Takımın başarısızlığı sayesinde saflarını sıklaştırıyolardı ki, Adnan Polat'dan kuvvetli bir karşı hamle gelmiş oldu.


Aynı kesim, iki sezon önce Haldun Üstünel'i klüpten ihraç etmeye kalkmıştı.

Yanlış duymadınız, bu klübe en büyük yararları rakının yanına beyaz peyniri duble söylemek olanlarla kötü niyetliler birleşti, Galatasaray'a Kewell, Baros ve Rijkaard'ı getirecek olan adamı ihraç etmeye kalktı.


2) Taraftar cephesi


Bu kadar iyi bir kadronun ligi beşinci bitirmesi ve Kadıköy'de UEFA finali rüyasının Hamburg gibi travmatik bir maçla sona ermesi taraftarın moralini çok bozmuştu.

Şimdi ise herkesin yüzü gülüyor. Zira Chelsea veya Milan ile anlaşsa kimsenin yadırgamayacağı bir teknik direktör, Galatasaray'a geldi.


Hele Rijkaard Galatasaray'a imza atmışken rakiplerinin " bonservis hakkını alırız, oteli basmayı biliriz, küçük Çakarla çık" söylemleriyle süslü bir Mehmet Topuz kavgasıyla uğraşıyor olması, UEFA' nın alındığı sezon Fenerbahçe'nin Pendik'e elenmesini hatırlatır bir keyif veriyor Galatasaray taraftarına.


3) Futbol takımı cephesi


Takım, fiziksel ve mental olarak dağılmıştı. Kimsenin inkar edemeyeceği bir yerli- yabancı ayrımı yaşanıyordu takım içerisinde. O sebeble aylardır kariyerine kimsenin itiraz edemeyeceği, mümkünse takımda en çok parayı kazanan bir ismin gelmesi gerektiğini savunuyordum.

Bunu savunurken de sürekli örnek verdiğim isim "Rijkaard" idi, hatta haber açıklandıktan sonra şu an Çin'de bulunan bir arkadaşımdan "kalbin temizmiş" diye bir SMS aldım. Blogdaki anket sonuçları da kariyerli hocayı işaret ediyordu.
Herkesin istediği oldu : futbolcu ve teknik adam olarak efsane olmuş bir isim, hem de kendisi kadar değerli bir isim olan Neeskens gibi bir yardımcıyla geldi.

Takım şüphesiz silkenelip kendine gelecektir: Rijkaard Lincoln'u yollasa, Arda'yı PAF takıma gönderse, Sabri'yi tek santrafor oynatsa, herkes saygı duymak durumunda.


4) Medya cephesi


Çok zor duruma düştüler. Galatasaray'ın oyuncu ve hocalarını aşağılamayı adet haline getirenlerin karşısında artık Skibbe yok, Rijkaard var. Yaptıkları her absürd eleştiri ile komik duruma düşecekler.


5) Rijkaard cephesi


Yukarıdaki tüm maddelerin sonucu Rijkaard'ın muhtemelen Galatasaray'ın aradığı kurtarıcı olacağını gösteriyor.

Ne var ki Rijkaard, bir total futbol ekolü temsilcisi. Bir kurtarıcıdan beklendiği üzere herşey bir anda düzelmeyecek, istediği sistemin oturması zaman alacak. Basın toplantısında en çok "step by step" tabirini kullanması tesadüf değil.


Neyse ki durumun farkında olan sağduyulu kesim, ki en önemli temsilcileri Başkan Adnan Polat, sabır çağrısı yapıyor.


Yolu açık olsun

Share/Save/Bookmark

1 yorum:

Doruk dedi ki...

''Rijkaard Lincoln'u yollasa, Arda'yı PAF takıma gönderse, Sabri'yi tek santrafor oynatsa, herkes saygı duymak durumunda.''

Çok güzel demişsin.