29 Mayıs 2009 Cuma

Kayzer Fatih Mehmet



Bugün İstanbul'un fethinin 556. yıldönümü.


29 Mayıs İslami kesimde fetih şenlikleri adı altında coşkuyla kutlanacak, Fatih Sultan Mehmet anılacaktır.


Fatih Sultan Mehmet, Türk tarihinin en önemli dehalarından biridir.
23 yaşında İstanbul'u fethetmiştir. O yaşında da " Hector'un öcünü aldım" diyecek kadar tarih bilincine sahip bir aydındır.

Felsefe, sanat, edebiyat, tarih ve yabacı diller konusunda müthiş bir birikimi vardır, bunun yanı sıra çok büyük bir askerdir.

Osmanlı'yı büyükçe bir beylik devletinden, dünyanın en hassas noktalarına hükmeden İmparatorluk seviyesine yükseltmiştir.
Büyük bir siyaset dehası da olduğu için bu devletin başında kendi hanedanının kayıtsız şartsız kalmasını garanti altına almıştır.
Ta ki 360 yıl sonra başka bir deha çıkıp, bu hükümdarlığa son verene kadar..
Batı dünyasının doğu dünyasını püskürtme süreci, Fatih'in Roma şehrini fethedip kendisini " Doğu ve Batı Roma Kayzer'i" ilan etmesi engellendiği (zehirlenip öldürülmüştür) zaman başlamış ve hala sürmektedir.


En çarpıcı merak konularımdan biri ; Türkiye'de Fatih'e neden sadece dini hassasiyetleri yüksek kişilerin hakettiği değeri verdiğidir.

Amaçlarının Mustafa Kemal Atatürk'ün karşısına onun seviyesinde bir dehayı alternatif olarak koymak olduğunu düşünüyorum.


Fatih'in yaşadığı çağın şartlarına göre din konusunda çok açık görüşlü olduğu ortada.

Bellini'ye resmini yaptıracak kadar.

Annesinden dolayı Hristiyan olduğu veya İslam dini ile Hristiyanlığı Roma İmparatoru sıfatı ile birleştirme planları yaptığı dedikoduları da mevcut.


Bu şartlar altında ülkedeki İslami cemaatin bayrağı konumunda olması absürd kaçıyor.


Keşke gri tonları da görebilsek.


Mesela "laiklik" hassasiyeti olan kesim Fatih Sultan Mehmet'in aydın yönüne sahip çıksa,
"dini" hassasiyeti yüksek olan kesim de Mustafa Kemal'in Batı emperyalizminin "mabedine namahrem eli değmesini" engelleyen bir Gazi olduğunun farkına varsa güzel olmaz mıydı?


Tarihimizdeki önemli şahsiyetlerden, onların başarılarından herkesin feyz alacağı noktalar var. Kişileri, kurumları, olayları sadece işimize geldiği açıdan değerlendirip her konuda fanatik futbol taraftarları gibi davranmaktan vazgeçmeliyiz.



Share/Save/Bookmark

28 Mayıs 2009 Perşembe

Fussballgeist



Internet'de dolaşan popüler bir film var : Zeitgeist. Zamanın ruhu demek.

Filmin analizini başka bir yazıya bırakıp Şampiyonlar Ligi finaline dönelim.


Futbolun bu seneki ruhu Barcelona oldu.


Dile kolay, hoca olarak da futbolcu olarak da altyapısından yetişmiş 38 yaşındaki teknik direktörü ile, ilk onbirde sahaya çıkan yedi altyapı kökenli oyuncusuyla Şampiyonlar Ligi'ni aldı Barcelona.

Bu yedi oyuncudan biri de dünyanın en iyi oyuncusu olarak gösterilen, büyüme eksikliği olan bir çocuktan devşirilmiş 21 yaşındaki bir Arjantinli.


Bu ruha sahip takımın, "Bir klüpten fazlası" imajı, formada Unicef reklamı ile bu sezon katıldıkları her kupayı almaları çok şık durdu, film gibi oldu.


Tebrik ederiz.



Share/Save/Bookmark

26 Mayıs 2009 Salı

Galatasaray'ın yeni hocası?



Anketimiz yukarıdadır.
Share/Save/Bookmark

Haftanın Sözü



Evlilik bir bardak süt için evde inek beslemektir..


Oscar Wilde

Share/Save/Bookmark

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Abdurrahman Çelebi



Mustafa Denizli, şanslı mıdır efsunlu mu bilemem. Bence Denizli için kullanılacak doğru tabir kumarbaz olmalıdır. Mustafa Hoca risk almayı çok seviyor, bu riskler tuttuğu zaman da şans faktörü öne çıkıyor.


Galatasaray ve Fenerbahçe bu sezon aynı dertten muzdarip, o yüzden de paralel bir sezon geçirdiler.

Bu durumun bugünkü Beşiktaş - Galatasaray maçına etkisi şu oldu :
Her iki takımın da 70. dakikada fizik gücü olarak bittiğini hesap eden Denizli, tıpkı İnönü'deki Fenerbahçe maçında düşündüğü gibi 70'e kadar rakibini yorup, maçı sonlarda kazanmak yoluna gitti.


Bu hesap Fenerbahçe maçında tutmamıştı çünkü Güiza Beşiktaş'ın kapanırken verdiği fırsatları değerlendirmişti, Baros ise bugünkü fırsatları değerlendiremedi. (Bütün sezon durum tam tersiydi: Güiza saç baş yoldururken, Baros takımını sırtlıyordu)


Bunun yanı sıra Galatasaray iyi oynarken gelen absürd Beşiktaş golleri ile iş bitti. Kısacası, Mustafa Hoca Fenerbahçe maçında tutmayan taktiği Galatasaray maçında da uygulayarak kumar oynadı ve kazandı.

İsteyen Denizli şansı diyebilir.
Gerçek şu ki; Beşiktaş "koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler" sözünü hatırlatan bir şekilde, vasat futbol ve yürekten mücadele ile şampiyon oldu.
Tebrik etmek gerekir.


Galatasaray da bu maçı şanssızlığa bağlayacağına, bu kadar kaliteli bir kadronun nasıl bu hallere düştüğünü analiz etmelidir.


Hoca meselesini zaten malum, (Hikmet Karaman gelseydi Skibbe veya Bülent Korkmaz'ın yerine, Galatasaray şampiyondu bugün) üstüne üstlük sezonun büyük bölümünde devşirme stoperle oynamak, Baros'un alternatifsizliği (bu adamın kötü oynama hakkı yok mudur) takımın yeniçeri ocağına dönmesi gibi olaylar yaşanmasının hesabını futbol şubesi vermelidir.

Sakatların durumunun hesabını sağlık kuruluna destek olan başkan Adnan Polat vermelidir.

Özet mi istiyorsunuz konuyla ilgili?

Buyrun Galatasaray'ın Beşiktaş derbisindeki yedek kulübesi :

Aykut Erçetin, Murat Akça, Uğur Uçar, Volkan Yaman, Mehmet Güven, Aydın Yılmaz, Yaser Yıldız

Share/Save/Bookmark

24 Mayıs 2009 Pazar

Vatan için


Orhan Veli ne demiş şiirinde ;
Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik

Sen bir stadyum dolusu İngiliz'e ayyıldızlı tişört giydireceksin Tugay Kerimoğlu..
Gerçek kıldıklarına onların hayalleri bile yetişemedi.

Hayat böyle, kimisi efsane olurken, kimisi " Tugay takımın el freni, topu sağdan alıp sola veriyor" diye konuşur durur..



Share/Save/Bookmark

22 Mayıs 2009 Cuma

Namuslu adamlar



-16 adaylı kurultay sonuçlandı ve Masum Türker genel başkanlığa seçildi.

-Kurultayda seçilemeyeceğini anlayıp çekilmeye karar veren eski genel başkan Zeki Sezer, yandaşları tarafından ağzı kapatılmak suretiyle durduruldu.

-Kurucu genel başkan Rahşan Ecevit, desteklediği aday 20 oy alınca salonu terketti.

-Yerel seçimde başka partinin adayını desteklemekten dolayı "uyarı" almış olan 4 kişiden Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli, kurultay sonucunu beğenmeyip partisinden istifa etti.

Yukarıdaki gelişmeler, hisseli harikalar kumpanyasında değil, Demokratik Sol Parti'de yaşandı bu hafta.

Dayanağı, ideolojisi bir evlilik cüzdanından ibaret olan partiden, söz konusu evliliğin bir tarafı vefat edince daha fazlasını beklemek safdillik olurdu zaten.

Bankadaki para da bitince güvercinler de özgürlüğüne kavuşacak.

Rahmetli Bülent Ecevit'i geçen hafta da Sarkozy ve Merkel'in Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne tam üye olarak almayacaklarına yönelik açıklamaları sonrası anmıştım.

Neden mi?


Soğuk Savaş yıllarında , Rusya'nın etki alanına girmelerinden korkulan iki ülke; Türkiye ve Yunanistan'a üyelik teklif edildi, Avrupa Birliği genişleme süreci yeni başlıyordu.

Yunanistan bu öneriye balıklama atlarken, o dönemki Başbakanımız Bülent Ecevit,
"onlar ortak biz pazar" sloganı ile bu öneriyi reddetmişti.

Türk pasaportunun bugün Kenya pasaportuna göre bile daha az ülkeye vizesiz girebilmesini kendisine borçluyuz.

Tıpkı "Kıbrıs Barış Harekatı" sırasında birinci harekat sonrası durup tüm dünyanın takdirinin meyvesini toplamak varken, ikinci taaruzu gerçekleştirerek askeri olarak da çok yanlış bir noktaya hat çekmesini borçlu olmamız gibi.
Bunun sonuçlarını az çok hepimiz biliyoruz :
Kıbrıs Türklerinin dünyadan izole olması, Türkiye'nin amborgaya maruz kalması, KKTC'yi Libya'dan başka tanıyanın olmaması, Türkiye'nin AB yolunda Kıbrıs Rum Kesimi'nin onayına muhtaç olması..

Siyaset tarihinde bu kadar kısa süre görev alıp da Ecevit kadar çok problem yaratan bir lider ender bulunur. Yakın zamanda Apo'nun yakalanmasının aslında Türkiye için kötü bir olay olduğu da ortaya çıkarsa hiç şaşırmayacağım.

Ecevit'in ilkelere ve dürüstlüğe olan inancını vurgulayıp, başbakan olmak için Erbakanla koalisyon yapması ve 11 milletvekili transfer edip, karşılığında hepsine bakanlık vermesi gibi icraatlarını da unutmamak gerekir.

İmaj çok önemlidir ancak herşey değildir. Bülent Ecevit kültürlü, asil, naif bir karakter olabilir. Mütevazi de olabilir. Ne yazık ki bunlar, kötü bir yönetici olduğu gerçeğini değiştirmez.

Bir başka mütevazilik sembolü Ahmet Necdet Sezer'le Bülent Ecevit'in bir önceki ekonomik krizi ettikleri kavga ile tetiklemeleri, durumu açıklayan çok güzel bir ironidir.

Sezer, Çankaya'da oğlunun düğününde elektirik masraflarını cebinden ödemişti.
Ecevit de kendi çayını kendi demliyor, makam arabası olarak Renault kullanıyordu.

Bu ikilinin kavgacı tutumu yüzünden millete çıkan fatura ile Van gölü ışıklandırılır, her şehire Renault fabrikası açılırdı.

İyiliksever Sakıp Sabancı'nın Akbankı' nın o krizde bir gecede buharlaştırdığı para ile memlekette sorun yaşayan engelli vatandaş kalmayacak olması gibi çarpıcı örnekler bunlar.

Atatürk, kendisinden sonra gelen yöneticilere beceriksizlik vasiyet etmedi.

Mustafa Kemal, ülke fakirlikten kırılırken kültürel devrimi sağlamlaştırmak adına hergün balo düzenleyecek kadar, dış politikada 7 sene önce savaştığı Venizelos'la dost olup Balkanlarda Avrupa Birliği gibi bir oluşuma önayak olacak kadar (Balkan Paktı), ekonomiden anlamamasına rağmen İş Bankası gibi bir kurum yaratacak kadar vizyonerdi.

Haydi yaşarken çapına uyum sağlayacak yönetici yoktu, ama el insaf 90 sene geçti artık.


Türk toplumunun eğitimli kesiminin "Kıyılar CHP'ye oy veriyor, fosfor zekaya iyi gelir" gibi vecizelerin etkisinden sıyrılıp, nasıl bir lider istediğine karar vermesi lazım artık.


Beceriksiz ama "namuslu ve bizden biri" mi?

Yoksa "ama" sı olmayan vizyoner bir lider mi?

Share/Save/Bookmark

21 Mayıs 2009 Perşembe

Bir casusun not defteri



1- Kadıköy Stadı'na ilk kez "serdengeçti" pozisyonunda balık istifi gibi değil, medeni bir şekilde girdim, kale arkasından değil, cepheden maç izledim. Güzel stad, şık stad. Maraton alttaydım, sağ -sol beklerde veya açıklarda oynayıp da protesto edilen oyuncular adına üzüldüm, etkilenmemek mümkün değil. Şu maçta bile Mesut Özil'e sarmaya çalışan bir kitle vardı, Ümit Özat, Uğur Boral ne yapsın?


2- Sıkıcı geçmesinden korkuyordum, yanıldım. Maç güzeldi. Mircea Lucescu, İstanbul'a hakkında yapılan tüm yorumları boşa çıkartmak için geri dönmüş gibiydi


Defansif futbol oynatır demişlerdi, Werder Bremen'e karşı üstün, baskıcı bir oyun oynadı Shaktar Donetsk.


Kısa vadeli çözümlerin hocasıdır, sistem hocası değildir demişlerdi.
Gözümüzle gördük beş yılda yarattığı takımı: Rakibe boş alan bırakmayan, kapandığı zaman pozisyon vermeyen, ısrarla kanatlardan hücüm eden, diagonal paslarla sık sık kanat değiştiren bir takım. Sağlı sollu kroşelerle rakibi abandone edip, kendi gardını da hiç düşürmeyen bir boksör gibi.

Hakederek bir galibiyet aldılar, kutlu olsun.


3- Fatih Hoca için zor zamanlar. Önce tekne kazası (büyük geçmiş olsun) şimdi de "adamcağızın" UEFA Kupası' nı kazanması.


4- 2009 yılı delikanlı hooliganizm ödülü, bugün stadta bulunan bir kısım Fenerbahçe taraftarına gitti. Hadi "Bu sene zaten hiç sahada yoktular, biz alıştık sahada olmayan takıma tezahürat yapmaya " diye düşündünüz, sahada bulunmayan takımınıza tezahürat yaptınız uluslararası bir organizasyonda. Bunu anladık diyelim.

Olay çıkartmak için fırsat kollayıp, Galatasaray kaşkollu bir çocuğa 20 kişi üstüne çullanarak meydan dayağı atmak ne demek?


5- Kişisel bir istatistikle bugün bize ayrılan sürenin sonuna gelelim sevgili seyirciler.
Bu canlı izlediğim üçüncü Avrupa Kupası finali. Üçünü de desteklediğim takımlar kazandı. Umarım en kısa zamanda beşinci kupayı görür, yıldızımı takarım.

Share/Save/Bookmark

20 Mayıs 2009 Çarşamba

19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı


Belki klişedir, ama çok severim bu Bursa nutkunu. Lisedeyken sınıfın kapısına asmıştım,Alman Lisesi gibi "birey" yetiştirdiğini iddia eden bir kurumda, metnin müdür tarafından telaş içerisinde kaldırılması on dakikayı bulmamıştı.

Başkomutanın bu millete ne kadar çarpıtılarak anlatıldığı, başka bir yazının konusu olacak..

" Türk genci, devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir.
Bunlarin lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir.
Hemen müdahale edecektir.
Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır.
Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır.
Genç, "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi degildir" diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır.
Mahkeme onu mahkum edecektir.
Yine düşünecek: "Demek adliyeyi de islah etmek, rejime göre düzenlemek lazım!"
Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; bana, başbakana, Meclis'e telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını , kayrılmasını istemeyecek.
Diyecek ki : "Ben inanç ve kanaatimin icabını yaptım. müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir!"

İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!"

Mustafa Kemal Atatürk, Bursa, 5 şubat 1933

Share/Save/Bookmark

13 Mayıs 2009 Çarşamba

27



Fortis Türkiye Kupası Beşiktaş'ın tebrikler..


Fenerbahçe trübünlerinin pankartı güzeldi, Necip Fazıl'a selam olsun :


Ne hasta bekler sabahı

Ne taze ölüyü mezar

Ne de şeytan bir günahı

Kupayı beklediğim kadar


3 sene sonraki finalde yine Necip Fazıl Kısakürek'ten esinlenebilirler:



TAM OTUZ YIL

Tam otuz yıldır saatim işlemiş ben durmuşum;

Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum...



Share/Save/Bookmark

12 Mayıs 2009 Salı

Yeter artık vurmayın Comandante'ye



Doktor Ernesto Che Guevara.


20. yüzyılın en önemli figürlerinden biri..


Dava arkadaşı Fidel Castro ile Küba'da komünist devrimi gerçekleştirmiş ve dünya devrimcilerine ilham vermiş, nihayet Bolivya'da devrimlerini yaymaya çalışırken öldürülmüş bir dava adamı.


Fikirlerine katılmam. Ne amaçla olursa olsun silahlı mücadelede sivillerin ölümüne sebep olmuş birinin ilahlaştırılmasını da anlamam.


Yine de karizmasına ve idealistliğine saygı duyduğum Che'ye yapılan muamele karşısında isyan etmek geliyor insanın içinden.

"Hangi muameleden bahsediyorsun, ölmüş adama nasıl zulmedebilirler ki" mi diyorsunuz?
Bir bakalım o zaman 21. yüzyılda Che Guevara figürünün durumuna :



Sen ömrünü kapitalizme ve artı değer kavramına karşı mücadele ederek geçir, bu uğurda hayatını kaybet.


Ölümünden yıllar sonra komünizmi yenen kapitalist dünya, tutsun seni bir "pop-art" ikonu haline getirsin.


Çin'de 5 Dolar maaşla çalışan işçilerin 20 Sent'e malettiği, üstünde resmin olan tişört Batı ülkelerinde 20 dolara satılsın, artı değerin dibine vurulsun..


"Marka" haline gel, seni kullanarak incik-boncuktan kaleme, çantadan don atlete her türlü hediyelik eşya pazarlanıp satılsın.


Tarihte böyle bir zulüm çok az görülmüştür.


Timurlenk'in Ankara Savaşı'nda mağlup ettiği Yıldırım Bayezid'i kafes içerisinde şehir şehir dolaştırması kadar, Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran meydanında yenildikten sonra kaçan Şah İsmail'in karısıyla beraber İstanbul'a dönmesi kadar ağır bir durum bu.


Ey kapitalist dünya!


Adamı öldürdünüz madem, bırakın da bari rahat uyusun.
Akbaba olmasın.
Share/Save/Bookmark

10 Mayıs 2009 Pazar

Anneler Günü kutlu olsun



Tüm bu yapay "gün" furyasında (Babalar, Sevgililer, Kadınlar vs) anlamlı bulduğum, içime sinen kutlama "Anneler Günü" olmuştur.
Bir annenin çocuğuna duyduğu sevgi kadar hesapsız, içten, karşılık beklentisi olmayan, eşsiz bir duygu yoktur .
Tüm annelere en içten saygılarımla..


"The moment a child is born, the mother is also born. She never existed before. The woman existed, but the mother, never. A mother is something absolutely new."

Bhagwan Shree Rajneesh quotes (Indian Spiritual leader, 1931-1990)

Share/Save/Bookmark

Harry'e bunu yapmayacaktın Kaptan..



Haydi "Lincoln disiplinsiz, takım da ondan rahatsız" dedin; önemli bir kesim destekledi.


Nonda'yı Fener maçında son dakikada oyuna soktun; "son çare bir denemeydi" diye düşünenler vardı.


Baros'u sık sık oyundan çıkardın ; "kart görme riski var, taktiksel değişiklik" gibi açıklamalara katılmasak da saygı duyduk.


Eh ama el insaf : Kewell'e bu yapılır mıydı Büyük Kaptan? ( Hocam demeyişim bilinçli bir seçimdir)


Ne yaptı bu adam sana? Tuttun en kritik maçın ortasında stopere koydun, elinden geleni yaptı.


Bir sonraki maç 90 dakika stoper oynattın, gık demedi.


Profesyonelliği ile karakteri ile futbol dünyasında sadece hayranlık ve saygı uyandırdı.


17'si üst düzey 25 yıl futbol oynamış adam, Harry Kewell gibi bir adamı 91. dakikada oyuna almanın, böylesi efsane olmuş nitelikte bir oyuncuya hakaret olduğunu bilmez mi?


Bal gibi de bilir..


Kaptanla şahsen tanışmış biri olarak asla kötü niyetli davrandığını düşünmüyorum.


Peki nasıl açıklayacağız bu saçma sapan davranışları?


Bülent Korkmaz psikolojik olarak dağılmış durumda.. Bunu yaptığı bütün basın toplantılarında da gözlemliyorum.


Maalesef ki Hamburg'daki malum olay sonrası dağıldı , o günden beri direksiyon hakimiyetini kaybetmiş, panikten bir frene bir gaza basan şöför gibi davranıyor.


Uzman değilim, ancak psikolojik olarak sıkıntı yaşayan insanların, nevrotik duruma geçmeleri için bazı kırılma noktaları, patlama yaratan davranışlar olduğunu bilirim.


Çıplak vatandaş filminde Başbakan konuşurken Şener Şen'in televizyonu camdan atması gibi..


Harry Kewell değişikliği, işte böyle bir kırılma noktasıydı..


Share/Save/Bookmark

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Relax



Share/Save/Bookmark

6 Mayıs 2009 Çarşamba

"İkisini de istemiyorum"



Sir Alex Ferguson, finalde Barcelona'yı mı Chelsea'yi mi istersiniz sorusuna cevaben



Ben şahsen Barcelona'yı istiyorum. Üst üste iki sene aynı iki İngiliz takımının final oynaması ruhuna aykırı futbolun.


Şampiyonlar Ligi tüm sezonların finalidir. Barcelona ve Manchster United da bu finali oynamayı hakettiler.

Share/Save/Bookmark

5 Mayıs 2009 Salı

İsrail'in tepkisinden bana ne?



Napolyon "Dünya tek hükümet olsa, merkezi İstanbul olmalıdır" derken, dünyadaki gelişmeleri anlamak isteyenlerin, Osmanlı coğrafyasında yaşananları iyi analiz etmeleri gerektiğinin bilincindeydi.


200 sene sonra, yine aynı noktadayız. Dünyadaki çatışmaların çoğu ya Osmanlı coğrafyasında ya da o coğrafyanın çevresinde yaşanıyor.


O yüzden dünya meseleleri ile ilgili öngörü yapmaya çalışanlar için Türkiye'de yaşıyor olmak iyi bir firsat.


Biraz beyin jimnastiğine ne dersiniz? Öncelikle son zamanlarda ülkemizde yaşananlardan bir demet :


1- Tayyip Erdoğan, Davos zirvesinde İsrail'i ağır bir dille suçladı. (bkz one minutes vakası)


2- Amerikan Başkanı Barack Obama ilk resmi yurt dışı ülke ziyaretini Türkiye'ye gerçekleştirdi.


3- Yerel seçimlerdeki oy kaybı üzerine kabine revizyonuna gidilirken, Dış İşleri Bakanlığı'na Prof. Ahmet Davutoğlu getirildi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, " Meclis dışından birini Cumhurbaşkanı yapmak Meclis'e hakarettir" diyen Erdoğan, meclis dışından birini bakan yapıp, sözünü yutmayı göze alacak kadar güveniyor Ahmet Davutoğlu'na.


Kendisi ile ilgili Davos yorumunda yazdığımı buraya taşımam gerekir bu noktada :


"Başbakan' ın dış politikada en güvendiği isim, Prof. Ahmet Davutoğlu. "Stratejik Derinlik" kitabında, Cumhuriyet'in unuttuğu Osmanlı mirasına sahip çıkıp, merkez devlet olarak kültürel mirası paylaşan çevre ülkelere etki etmesi gerektiğini savunur. 7 senedir de Türk Dış politikasında bu anlayış hakim oldu. 1 Mart tezkeresi , İsrail konusunda her geçen gün Filistin lehine tavır koyan çıkışlar, bu durumun göstergesi. "


4- Türkiye ile Suriye askeri bir tatbikat gerçekleştirdiler. İsrail bu duruma tepki gösterdi.
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Suriye-Türkiye ilişkilerine değinirken bir soru üzerine "'İsrail'in tepkisinden bana ne'" gibi hiç beklenmedik sertlikte bir cevap verdi.

Bundan üç gün önce İsrail basınında "'Türk ordusunu da mı kaybediyoruz?'" sorusu tartışılmıştı.


Bu parametreler ışığında, "İslamcı hükümet muhafazakar akademisyenin önderliğinde İsrail'den uzaklaşıyor" demek yetersiz bir yorum olarak kalıyor. Zira, İsrail'e mesafeli yaklaşım konusunda ülke içerisinde gerekli konsensüs sağlanmış görünüyor, Genelkurmay Başkanı'nın tepkisinden anlaşılacağı üzere.

Tüm bunların üzerine bir de Obama'nın ziyareti ve orda yaşananlar düşünülünce
" Amerika'nın İsrail'i uslandırma projesinin startı Türkiye'de mi verildi?" sorusu kurcalıyor kafamızı..




Share/Save/Bookmark

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Bu sene şampiyon yok, dağılın



Şair, mimar, menejer, hac organizatörü, teknik direktör ve dava adamı Bülent Uygun "Şampiyon biziz, birinci kim olur bilemem" dediği zaman, onun her sözünden sonra olduğu gibi uzun uzun düşündüm, kendisinin bilgeliğinden birşeyler kapmak istedim.


Bu düşünceler sonunda bu sezon "şampiyon" ünvanına hiçbir takımın layık olmadığına karar verdim.

Futbolun ilahi adaleti gariptir, birkaç istisna hariç sezon sonunda hakeden takım "şampiyon" olur.


Şampiyon takımların başlıca özellikleri nelerdir peki?


Zaman zaman da olsa üst düzey futbol oynayacak kaliteye sahip olmaları, galibiyet serisi yakalamaları, istekli olmaları, kazanmaları gereken büyük maçları almaları.


Evinde maç kazanması sürpriz sayılan, büyük maçları kaybeden Trabzon mudur bu sene bu şartları yerine getiren? Tabii ki değil, bu hucüm gücüyle ne bekliyorlardı ki zaten?


Derbilerde iyi performans gösteren Fenerbahçe mi, Avrupa maçlarında "şampiyon" gibi oynayan, Beşiktaş ve Trabzon'u kendi evinde sahadan silen Galatasaray mı ?
Değil!
Bu iki takım da kalite olarak şampiyonluk mücadelesi vermeleri gerekirken, ligi öksüz bıraktılar. Teknik adamlarının yetersizliği birçok maçta ikisini de dağılmış bir görüntüye mahkum etti. Fiziksel ve mental açıdan sezonun büyük bölümünde süründüler.
Böylesi bir istikrarsızlıkla şampiyon olunamaz. Ancak küme düşmenin puan barajının yükselmesine sponsor olunur.


Yoksa ligin ilk 6 sırasındaki hiçbir takımı yenememiş, nasıl bir hücum organizasyonuna sahip olduğunu halen anlayamadığım Beşiktaş mı? Bugün yine takke düştü.


Peki fizik gücüyle ayakta kalan, öte yandan zaman zaman yaptıkları sporu karıştırıp futboldan güreşe dönen Sivasspor mu?
İstikrarlı performans açısından sezonun en takdir edilmesi gereken takımı olmalarına karşın, bu futbol anlayışına "şampiyon" demek benim içimden gelmiyor.


Bir paragraf da bugünkü Beşiktaş- Fenerbahçe maçına ayıralım.


Herşey aslına rücu eder. Nasıl ki Bülent Korkmaz'ın Galatasaray'ı Kayseri Erciyesspor görüntüsünden öteye gidemediyse; Aragones'in Fenerbahçe'si de aynen beklenendiği gibi oldu.


Sisteminden taviz vermeyen, konsantre olmakta sıkıntı çekmeyip rakiple başabaş mücadele edebileceği maçlarda avantajlı olan, fakat rakibin kapandığı "önemsiz" maçlarda kilidi açmak için B planı olmayan bir orta sıra takımı. Aragones'in kariyerine bakarken "Avrupa şampiyonu" apoletinden dolayı gözü kamaşıp, gerisini göremeyenler için sürpriz olmuştur belki bu sonuç, bilinmez.


Galatasaraylıların Fenerbahçe maçlarında yaşadığı bir kabus vardır.
Fenerbahçe'nin bütün sezon yatan oyuncusu Galatasaray'a karşı patlama yapar, maçı alır.
Bu kabusu artık Beşiktaşlılar görüyor. Son iki sene Kezman yıkmıştı hayalleri, bu sezon da bayrağı Güiza devraldı.


Share/Save/Bookmark